29 Ağustos 2012 Çarşamba

29- Time To Go





Günlerim dengesiz geçiyordu. Bağışlandığım için sevinmek ve başkasıyla yattığı için üzülmek arasında bir yerlerde gidip geliyordum sürekli. Biss sürekli yanımdaydı, bir sürü şeyle kafamı dağıtmaya uğraşıyorduk ama haliyle tam bir denge kuramıyordum ne olursa olsun.

Sonra aylarca beklediğimiz zaman geldi. Festival ve tatil..

Festival Zeytinli'deydi. Marv zaten yaz dolayısıyla oralarda olduğundan, direkt orada buluşacaktık. Benim yolum biraz uzundu. İki durak halinde gitmeye karar vermiştim. Ki çok fazla ortak arkadaşımız olacaktı festivalde. Ben de önce Çanakkale'ye, Tim ve Bruce'un yanına gidecek, geceyi orada geçirip sabah onlarla beraber Zeytinli'ye doğru yola çıkacaktım. Bu beni deli gibi heyecanlandırıyordu. Araya giren bir ayrılıktan sonra tekrar Marv'a sarılacaktım. Artık kıymetini biliyordum ve bu harika olacaktı..

Yolculuktan günler önce hazırlanmaya başladım. Yeni elbiseler, bikiniler, ağda, saç baş, sürekli içeriğini değiştidiğim valizim ve sonunda yolculuk günü..

Otobüse atlatım. Uyuyarak geçirdiğim bir yolculuktan sonra Çanakkale'deydim. Cayır cayır bir sıcak, efsane bir nem.. Yine de sevincimden söylenmiyordum bile, sabah Marv'a kavuşacaktım, başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Tim beni otogardan aldı. Bruce'un evine gittik. Pizza yiyip bir şeyler izledik. Birer cigara sardılar sonra.  Bana uzatıldığında kafamı iki yana sallayıp teşekkür ettim. Marv'ın bu konuda da yeni kuralları vardı ve çiğnemeyecektim. Onları güzel kafalarıyla başbaşa bırakıp uyumak üzere bana verilen odaya gittim.

Yola çıkmadan bir saat önce Tim tarafından uyandırıldım. Kahvaltı hazırlamışlardı. Biraz atıştırıp üzerimizi değiştirdik ve bizi bekleyen araca doğru yola çıktık. Festivale giden gençlerin kaldırdığı bir araçtı, herkes benzer kafalardaydı yani. Güle oynaya geçti o sebeple seyahatimiz.

Ve Zeytinli'ye vardık. Marv arayıp festival alanının kapısında beni beklediğini söyledi.

Midemdeki kelebekler, delirmiş gibiydi...

vicy

26 Temmuz 2012 Perşembe

28 - it's something




Günlerim bok gibi geçiyordu. Suçluluk duygusu ve terk edilmişlik beni ezilmiş bir üzüm tanesine çevirmişti adeta. Hiçbir şey yapamıyordum. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ailem başka bir şehire, tatile gitti ve en yakın arkadaşım Biss de bu fırsatı değerlendirip yalnızlığımı azaltmak adına evime geldi. Günleri kitaplarla, balkonda tükettiğimiz fincanlarca kahve ve paketlerce sigarayla, filmlerle, alkolle ve dansla tüketiyorduk, ama bu hiçbir şeyi daha iyi bir hale getirmiyordu. Marv yoktu.

Salonda oturmuş aynı kitabın aynı sayfasını üçüncü kez okuyordum. Biss çekyata uzanmış film izliyordu az ileride. Telefonum çaldı.

Marv arıyor.

Tanrım. Telefonu heyecanla açtım.

-Vicy.
-Marv!
-Müsaitsen uzun konuşacağım.
-Müsaitim, elbette müsaitim! Dinliyorum..
-Bir şans istiyordun değil mi?
-Evet, hem de çok!
-Dinle. O şansı sana vereceğim. Ama artık sandığın kadar basit olmayacak. En önemli şeyi çıkardın bu ilişkiden sen. Güven.. Zerre güvenim yok sana artık ve bunu kazanmam ne kadar sürecek bilmiyorum. Seni özledim.
-Ben de, ben de seni çok özledim Marv.
-Sus. Biliyorum. Ama bunlar bir şeyi değiştirmeyecek. Bir şeyleri sen değiştireceksin. Birçok kuralımız olacak eğer yeniden başlamak istersen.
-Ne istersen...
-Benden habersiz hiçbir adım atmanı istemiyorum, iznim olmadan markete çıkmanı dahi onaylamıyorum. Ne giydiğin, nereye gittiğin, kiminle ne kadar nasıl zaman geçirdiğin gibi konuların hepsinde bana bağlısın artık. En azından ben bir şeyleri içimde tamir edene kadar.
-Elbette, tamam, her şeye razıyım.
-Bunu düzeltmek için ne kadarını yapabileceğini görmek istiyorum açıkçası. Seni affediyorum. Ama sana aynı ilişkiyi vaadetmiyorum. Bundan sonrası senin çabana kalmış.

Ne dese kabul edecek durumdaydım. Çok özlemiştim. Çok suçluydum. Çok mutsuzdum ve onu nasıl sevdiğimi yeni anlıyordum.

Her dediğini onayladım.

Bütün gecem birçok internet hesabımı kapatmak, kapatmadıklarımda ise hummalı bir temizlik yapmakla geçti. Sevgilisi (!) için bunları yapan kızların hepsinden tiksiniyordum. Ama bu defa farklıydı. Bana sunulan güveni ve rahatlığı nankörce kullanmıştım ve şimdi gereken neyse, yapmaya razıydım.

Günlerdir ilk kez kahkaha atabiliyordum hissederek. Biss'e tost yapıyordum dans ede ede. Balkonu yıkayıp gülümsüyordum. Her telefonu şakıyarak açıyordum. Hayat yeniden güzeldi. Marv yeniden benimdi. Mutluydum. Ama tek bir şeyi merak ediyor ve cevabından korkuyordum. Korkunun ecele faydası yoktu. Sordum.

-Marv, kimseyle olmadın değil mi? Bakirsin ve ayrı olduğumuz süre boyunca beni bekledin, benim seni beklediğim gibi. Değil mi?

-Hayır. Biriyle beraber oldum. Ve sen bana yaptığın şeyden sonra, kalkıp ayrı olduğumuz dönemin hesabını soracak durumda değilsin artık.

Hançer gibiydi. Acıttı.

Çığlık atarak ağlamaya başladım. Hatırladığım biss'in beni duşa soktuğu, saçlarımı okşadığı, ağladığım yerde sızıp kaldığım..

vicy

20 Mart 2012 Salı

27 - Waitin' for The Sun



Marv'ın tavrı çok netti. Hiçbir şekilde telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap vermiyordu. Her yerden silmişti beni. Eş dost aracılığıyla iletişim kurmaya çalışıyordum ama sonuç aynıydı hep. Net bir cevap. "O isimi anacaksanız, konuşmayalım."

Hiç ummadığım kadar canım yanıyordu. İnsan kaybetmeyeceğini sanıyor bazı şeyleri, elinden kayıp gidince ise ne yapacağını şaşırıyor. Üstelik suçlu olmak, ızdırabı ikiye, üçe, dörde katlıyor.

Günlerce yumuşamasını bekledim. Günlerce ağladım. Günlerce sustum. Günlerce dua ettim.

Ama hiçbir şey değişmedi.

vicy

4 Mart 2012 Pazar

26 - Can't Fool You




Yurda döndükten sonra Marv ile hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ettim. Earl ile aramda olan şeyden söz etmemiştim, o da her zamanki gibi muhabbetimize devam ediyordu. Son sınavları da atlatmıştım ve ailemin yanına dönmem gerekiyordu. Yurt defteri kapanıyordu, en azından buna seviniyordum. Tatil için Marv ile bir yerlere gider, yazın tadını çıkartır, okul dönemi geldiğinde de ailemi ikna edip bir ev tutarım diye düşünüyordum. Birkaç günüm eşya toparlamakla geçti. O küçücük odaya zarla zorla sığdırdığım o kadar çok şey vardı ki. Valizler doldu taştı. Karton kutular bulup tek tek doldurdum. İki cümle ile yazmak kolay, ama tek başıma şunlarla uğraşmak beni delirtiyordu. Sürekli stres altındaydım. En sonunda bütün eşyaları toparladım, biletimi aldım. Bir kısmını taksiyle kargo şubesine kadar taşıyıp direkt ailemin adresine postaladım. Geri kalanıyla da canım çıkarak otogara kadar gidip, otobüsüme yerleştim. En azından zor kısmı bitmişti. Gözlerimi kapatıp yolculuğu uyku ile geçirdim. Uyandığımda sonunda büyüdüğüm şehirdeydim.

İlk günler çok coşkulu geçti. Ailemle uzun süredir görüşememiştik ve evde olmak iyi hissettiriyordu. Birkaç gün internete girmedim, telefonu elime pek almadım. Marv da ailemle özleştiğimizi düşünebiliyor olsa gerek ki beni meşgul etmiyordu. Zaten bir ay sonra Zeytinli Rock Festivaline gidecektik beraber, oradan başka bir yerlere, yani kavuşmamız çok da uzak değildi.

Üç-dört gün sonra internete girdim. Marv da online idi. Muhabbete başladık. Ama biraz soğuk gibiydi, sanki söylemek istediği bir şeyler vardı ama söyleyemiyordu. Sonunda bir sorunu olup olmadığını sordum.

"Sadece evet ya da hayır diye cevap ver, beni Earl ile aldattın mı?"

Dondum kaldım. Bu diyalogu hiçbir zaman yaşamaycağımızı düşünüyordum ve yanılmıştım. Suratımı, kollarım, telaştan yanıyordu. Marv'a doğruyu söyleyecek cesaretim yoktu. Ama bir cevap bekliyordu, her şey berbat olmak üzereydi. O an küçük beynim bana verilebilecek en kötü tavsiyeyi verdi: İnkar et, üste çık!

Karşı koyamadım.

"Sen ne dediğinin farkında mısın ya? Beni nasıl bir şeyle suçladığına bir bak! Yazıklar olsun Marv, geçirdiğimiz onca aya yazıklar olsun!"

Cevap hızlı geldi.

"Ben cevabımı aldım Victoria."

Konuşmadan çıktı. Bilgisayarın başında öylece kalakaldım. Tenim kavruluyordu. Telaş geçmiyordu. Berbat hissediyordum. Birkaç mesaj attım, umurunda olmasa gerek ki cevap gelmedi. Yatağa geçtim. Uyku da beni yok sayıyordu, bir süre yattığım yerde döndüm dolandım. Olmadı. Uyanıp sabaha kadar en yakın kız arkadaşlarımla durumu tartıştık. Yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu.

Ya Marv beni affedecekti ya da onsuz yaşamaya başlama ihtimalim oldukça yüksekti. Bu ihtimali ilk defa düşünmüştüm çok uzun zamandır ve canım tahmin ettiğimden çok daha fazla yanmıştı.

Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı.






Victoria

21 Şubat 2012 Salı

25 - Earl and Kisses







Çekimden önceki gün, Marv ile anlamsız bir kavga ettik telefonda. Üzerinden geçen yılların da etkisiyle şu an sebebini anımsamıyorum bile. Tek hatırladığım, Marv'ın hiç alışık olmadığım bir şekilde bana kendimi çok değersiz hissettirmiş olduğu. Üstelik herhangi bir şekilde gönlümü de almamıştı. Geceye kadar huzursuz şekilde bir özür bekledim. Boşunaydı. Ertesi sabah çekime giderken çantamda kostümler, ayakkabılar ve makyaj malzemelerinin yanında, kalp kırıklığım da vardı.


Modellik yapacağım kişi Earl, benim yaşlarımdaydı. Ailesiyle yaşıyordu. Önceden de belirttiği gibi çekimler evinde gerçekleşecekti. Beni yakınlarda bir duraktan aldı, eve beraber yürüdük. Annesiyle biraz muhabbet edip tanışma fasıllarını geçtikten sonra, sıra çekimdeydi. İlk kıyafetleri giyip makyajımı ve saçımı gerekli şekilde ayarladıktan sonra kameranın karşısındaki yerimi aldım. Birkaç saatte bir mola veriyor, çekilenlere bakıyor, bir şeyler içip yeni bir konsept ile çekime dönüyorduk. Her molada gözüm telefondaydı. Marv'ın pek umurundaymışım gibi gözükmüyordu. Boşvermeye çalışıp kendimi çekime odakladım. Tasarlanan konseptler bittiğinde Earl beraber poz vermeyi önerdi. Eğlenceli bir teklifti, üstelik güzel pozlar yakalayabilirdik. Birçok poz verdik. Makineyi ayarlayıp yanıma geçiyordu, birkaç saniye sonra otomatik olarak fotoğrafı çekiyordu makine ve her seferinde bunu tekrarlaması gerekiyordu. Eğleniyorduk, bazı pozlarımız son derece komikti. Bazı pozlarda ise oldukça yakın duruyor ve çekici bakışlarla bambaşka bir hava veriyorduk. Ancak bu gitgide zorlaşıyordu. Zira fotoğraf çekilene kadar saniyelerce çok yakın durmak, tahrik ediyordu bir süre sonra insanı ister istemez. İkimiz de zorlanıyorduk, belliydi daha az gülüp daha çok kasılmamızdan. Ve bir yerden sonra halat koptu. Gözlerinin içine baktığım bir pozdu, son derece yakındık, ve kameradan önce o hareket etti, dudaklarımız birleşti.


Birkaç saniye öpüştükten sonra kendimizi çekyatın üzerinde bulduk. Bedenim çok istiyordu ancak kendime gelişim çok çabuk oldu. Ellerini vücudumdan çekip bunun olmaması gerektiğini söyledim. Sessizce kabullendi. Bu olmamış gibi çekime sadece benim modelliğimle devam ettik. Saat geç olduğunda ise Earl odasını bana verip başka bir odada uyumaya çekildi.

Saatlerce döndüm durdum yatakta. Sadakat konusunda çok başarılı biri değildim hiçbir zaman. Ama Marv'a bunu yapmış olmak içimde bir şeyleri rahatsız ediyordu. Bu düşüncelerle boğuşurken uyudum kaldım. Ne de olsa hiçbir zaman haberi olmayacaktı, değil mi?
...

Victoria


20 Şubat 2012 Pazartesi

24 - Why Can't We Make Love Honey?







Marv'ın yanına gittiğim günler benim için boğulurken suyun yüzeyine fırlayıp nefes almak gibiydi. Beni adeta bir prensesmişim gibi ağırlıyordu. Yatağa gelen kahvaltılar, ayak masajları, hediyeler, filmler... Onu seviyordum. Zaman içimdeki duyguları büyütüyor, kendimi ona daha yakın hissediyordum. Cinsel hayatımız kısıtlıydı. İkimiz de daha önce hiç kimseyle beraber olmamıştık ve bunu sevdiğimiz biriyle yaşamak istiyorduk. Ve emindim, o kişi Marv'dı. İkimiz de doğru insanı bulduğumuzu, gerekli duyguyu hissettiğimizi düşünüyorduk. İlk sefer özel olmalıydı. Nasıl özendiğimizi hatırlıyorum da... Beyaz jartiyerlerimi, tütsüleri, mumları, müziği, bana yaklaştıkça hızlanan kalp atışlarımı...


Ama olmadı.

Canım öylesine yanıyor, bacaklarım öyle bir kilitleniyordu ki kendi kendine bu ilişkiyi imkansız kıldı. Ben sinirimden ağlamaya başladığımda Marv başımı göğsüne yaslayıp bunun hiç önemli olmadığını, acelemiz olmadığını, beni çok sevdiğini tekrarladı dakikalarca. Ama hayal kırıklığı inanılmaz boyuttaydı benim için. Çok özeniyordum, çok istiyordum ve vücudum buna izin vermiyordu. Marv'ın sakinliğine karşın ben inanılmaz derecede takmıştım bu duruma. İlerleyen zamanlarda birkaç denememiz daha oldu ve hepsi aynı şekilde sonuçlandı. Ve durum netleşti, vajinismus...



İlişkimizde sorun ettiğim tek şey buydu. Karşımda zorba, odun bir adam olmadığı ve sürekli beni teselli etmeye çalıştığı, bunu önemsemediği için şanslıydım. Ama bu beni rahatlatmaya yetmiyordu. Kendimi eksik, yarım hissediyordum. İçimi karartıyordu bu duygu.


İstanbul'a hayal kırıklıklarımı valizime doldurup döndüğümde, kafamı dağıtmam gerektiğini biliyordum. Kendimi dergilere gömdüm, fanzinlere odakladım zihnimi. Yazmak beni rahatlatan tek şeydi Marv yokken. Ben de elimden geleni yapıyordum. Arada evci çıkıp eşte dostta kalıyordum, artık evde kalan arkadaşlarım olması bir avantajdı. Marv asla nereye, kime gittiğime karışmıyor, bana tüm kalbiyle güveniyordu.


Derken yarı profosyonel olarak fotoğrafçılıkla uğraşan biri, modeli olmamı rica etti. Arada zevk için modellik yapıyordum, kamerayı hep sevmişimdir. Kabul ettim. Hafta sonu çekim yapacaktık. Evinin bir kısmını stüdyo olarak kullanıyordu. Marv'a da haber verdim. Her zamanki gibi uyumlu bir şekilde karşıladı.


Keşke bunun sonun başlangıcı olacağını biri kulağıma fısıldasaydı...



Victoria






11 Şubat 2012 Cumartesi

23 - Boooo-ring





O berbat geceden sonra iyice yurda kapandım. Marv önce haklı olarak bir güzel kızdı, sonraysa yanımda olduğu hissini yitirmemem için şefkatli tavrına geri döndü. Sık sık telefon ediyor, mesaj atıyordu. Arada okula gidiyor, genelde odamda kendimi kitaplara ve internete teslim ediyordum. Aylar böyle geçti. Sıradan, huzursuz, sıkıcı... Arada Kocaeli'ne gidip Marv'da kalıyor, hasret gideriyordum. Arada o geliyor, İstanbul'da zaman geçiriyorduk. Maddiyatı zamanla toparladım. Aldığım borçları ödedim. Kendime yeniden yetmeye başladım. Odada da değişen bir şey yoktu. Bazen Şebnem'le laflıyorduk. Esra'yla nadiren muhabbet ediyorduk ama samimiyetine artık inanmadığımdan pozitif duygular beslemiyordum. Bir şekilde zaman geçiyordu, dümdüz, ezberlenmiş bir halde...




Victoria

8 Şubat 2012 Çarşamba

22 - I'm A Fuckin' Idiot Baby




Yurtta mutsuzdum. Hayatımdan mutsuzdum. Olup biten her şey çok yormuştu. Henüz 18 yaşında bir kız olarak, gerektiğinden fazla sıkıntıyla boğuşmuş gibi hissediyordum. Pelin ve Selin'in yediği bok rüyalarıma giriyordu hala. Güven duygum alt üst olmuştu. Marv sürekli arıyor, destek olmaya çalışıyordu ama berbat haldeydim. Hiçbir suçu olmamasına rağmen ona bile uzak davranıyordum. Tanıdığım herkes kötüymüş, herkes beklemediğim bir kazık ile bir darbe daha indirecekmiş gibi hissediyordum. Tek istediğim hiç tanımadığım birileri ile zaman geçirmek, sanki başka bir hayat yaşıyormuşum gibi biraz olsun uzaklaşmaktı.  



İnternette boş boş zaman geçirip beynim uyuşsun diye uğraşırken, tanımadığım biri selam verdi. Havadan sudan konuştuk. Sonra akşam tiyatroya gideceğini, fazla bileti olduğunu söyledi ve eşlik edip edemeyeceğimi sordu. Önce Marv'a danıştım. "Kafan dağılır belki, git istiyorsan sevgilim." cevabını alınca, onayladım. Oyun akşam saat on sularındaydı. Dönüşte yurda gelmem zordu, bir saatten uzun bir mesafe vardı ve yetişemezdim son giriş saatine asla. Evci formu doldurdum. Bir arkadaşı arayıp gece beni misafir etmesini rica ettim. Oyun çıkışı beni arabayla alacak, evine götürecekti. Ertesi sabah da yurda dönecektim. Her şey planlanmış gibiydi. Biraz iyi hissettirdi. Akşam saat gelince hazırlanmaya başladım. Kendimi güzel, bakımlı bir halde görmek bana iyi gelirdi. Güzel sade bir elbise, siyah eyeliner, kırmızı rugan topuklu çizmeler. Yeterliydi.

Çocukla buluştuk. Oyun başlayana kadar biraz muhabbet ettik. Sıkıcı bir tipti. Kendini yüceltip duruyordu ve alttan alttan yavşaması çok sıkıcıydı. Oyun bittiğinde evine davet etti. Tek istediğim uzaklaşmasıydı. Arkadaşım hala gelmemişti. Ona birazdan beni buradan alacaklarını ve yanımda beklemesini istemediğimi söyledim. Bozuldu ve gitti. Arkadaşımı aradım nerede olduğunu sormak için. Açmadı. Sonra yine, sonra yine, sonra yine. Delirmek üzereydim. Gecenin köründe sokakta kalmıştım. Arkadaşım telefonunu açmıyordu. (Sonra öğrendim ki başka bir ilde yaşayan büyükannesi vefat etmiş ve apar topar oraya gitmişler, telefonu da evde kalmış... İşte bu derece şanslıyımdır.) Yurda dönemezdim. Teyzeme gittiğimi sanıyordu görevliler ve gecenin köründe "Selaaaam, ben geri geldim." dersem daha ilk haftalardan berbat bir izlenim olacaktı. Adamlar da saf değildi en nihayetinde.



Gidecek hiçbir yer düşünemiyordum. İlk senemdi. Arkadaşlarımın hepsi yurtta kalan öğrencilerdi. Evi olan, beni misafir edebilecek kimseyi aklıma getiremiyordum. En azından işlek bir yerde olmak adına Taksim'e geçtim. Yanımdan geçen tüm arabalar yavaşlayıp korna çalıyor, bir nevi taciz ediyordu. Ayaklarım şişmişti yüksek topuklar yüzünden. Fıttırmanın eşiğindeydim. Aklıma çok eski bir arkadaşımın bu sene İstanbul'a yerleştiği geldi. Anna, lise zamanlarından çok yakın arkadaşım, kan kardeşimdi. Ben üniversiteyi kazandığımdan beri hiç görüşmemiştik. İstanbuldaki evine hiç uğramamıştım bile. Ama beni ağırlardı, çok sevdiğini biliyordum. Saat gecenin onikisi olmuştu. Aradım. Uyumak üzereymiş. Sevgilisiyle küçük bir stüdyo dairede kalıyormuş ve sabahları erken işe gittiği için akşam erkenden uyuyormuş. Yolu tarif etti. Tünel tarafındaydı ev. Acele etmemi rica etti, gözleri kapanıyordu. Tarif ettiği sokağa doğru yürümeye başladım ama ayaklarım beni öldürüyordu. Bir kaplumbağa ile yarışa girsem, birinci olamayacağım barizdi. Yarım saatlik yolu belki bir saatte yürümem de beni o enfes finale ulaştırdı, Anna uykuyla verdiği savaşı kaybetmiş, sızmıştı.

İşte şimdi her şey harikaydı. Cebimdeki tüm para, beni bir hafta kadar yaşatacaktı ve o parayla bir bara girmek, bir otele gitmek sonum olurdu maddi açıdan. Gidecek yer opsiyonlarımı tüketmiştim. Sokakta kalmak ile tecavüze davetiye çıkarmak arasında çok bir fark yoktu. Kendimi bir mağazanın önüne attım. Ayaklarımı uzatıp oturdum yere. Bir sigara yaktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ağlamak en güzel seçenekti, kendimi tutmaya çalışarak birkaç sigara tükettim. 



- Merhaba. Oturmamda sakınca var mı?

Genç bir adam dikiliyordu kafamda. Sorduğu soru çok saçmaydı. Sokak benim değildi. İstediği yere oturabilirdi ve ciddi anlamda hiçbir şeyi umursamayacak haldeydim. Omuz silktim. Yanıma oturup bir sigara yaktı.



- Televizyon izler misin?
- Ahah, bu şekilde mi diyalog kurmaya çalışıyorsun. Cidden çok yaratıcı.
- Falanca dizinin senaryo ekibindeyim. Eğer izleyicimizsen fikrini almak için sormuştum...

Elindeki senaryo sayfalarını gösterdi. Ruh hastası gibi dizi senaryolarını eline alıp dolaşan bir adam değilse, doğru söylüyordu. Yanında bir de laptop çantası vardı. Giyimi normaldi. Zararlı bir tipe benzemiyordu.

- Hayır izlemiyorum.



Bir süre saçma sapan muhabbet kurma cabasıyla kendini paraladı. Finalde bazı şairlerden konu açtığında, muhabbete dahil olmaya başladığımı fark ettim. Boş bir adam değildi sanki, okuduğu belliydi. O şekilde, oturduğumuz yerde nereden baksan bir saat kadar muhabbet ettik. Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu ve en azından o yanımda otururken sokaktan geçen rahatsız edici tipler sözlü de olsa tacize kalkışamıyordu.




Saat ilerliyordu. Marv'la en son konuştuğumda Anna'ya gidiyordum. Arayıp ulaşıp ulaşmadığımı soracaktı. Yalan söylemek istemiyordum ama durumu anlatsam da işler iyice kötü olacaktı. Uykum vardı. Kıçım uyuşmaya başlamıştı. Hala ne bok yiyeceğimi bilmiyordum.


- Geç oldu. Gideceğin yere bırakmamı ister misin?
- Hayır sağol.
- Bu saatte tek başına yürümen sakıncalı olabilir, güzel bir kızsın ve canın sıkılsın istemem. 



Suratına baktım. Flört çabası can sıkıcıydı ama o giderse işler iyice zorlaşacaktı.


- Ne tarafa gideceksin?
- Hiçbir tarafa.
- Nasıl yani?
- Bu gece gidecek bir yerim yok.
- E ne yapmayı düşünüyorsun?

- Düşünmüyorum.
- Evim yakın. Bana gelmek ister misin?
- Niye tanımadığım bir adamın evine gideyim?

- Sokakta kalmak daha mı mantıklı?


Sustum. Bilmemkaçıncı sigaramı yaktım. Birkaç dakika hiç konuşmadan oturduk.


- Geleceğim. Ancak muhabbet ederken elini dostça omzuma bile koyarsan, kalkar giderim. 
- İçin rahat olsun. İstersen uyumaz sabaha kadar muhabbet ederiz. İstersen içeri geçer kapını çeker yatarsın. Sadece sokakta kalmanı istemiyorum.
- İyi. Gidelim.

Yaptığımın salakça olduğunu biliyordum. Salağın teki olduğum gerçeğini kabullenmeyi sonraya bırakacaktım. Boşaltmaya çalıştığım bir beyin ve şiş ayaklarımla yürümeye başladık. Yakın olduğunu iddia ettiği ev hiç de yakın sayılmazdı. Ayaklarımın kanadığından şüphe ederek devam ettim. Berbat bir sokağa geldik. Zemin katı pavyona benzeyen bir apartmanın önünde durduk. İçeride konsomatrisler ve ürkütücü adamlar vardı.

- Apartman burası. 



Birkaç kat yukarı çıktık. Ev berbattı. Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdim. İçeriden berbat bir müzik sesi geliyordu. Ev arkadaşlarının eğlendiğini söyledi. Kapıları kapalıydı. 


- Bir şey içer misin?
 -Hayır. 



Ufacık bir mutfak vardı ve içerdiği tek şey eski bir kettle idi. Salonda, yani yaşadığı odada bir tek kişilik yatak, bir deste iskambil kağıdı, bir tabure ve bir sehpadan başka bir şey yoktu. Kartları alıp yatağa oturdum. Kartlarla oynarken çayını alıp salona döndü.


- Ne yaptığını sanıyorsun sen?!!
- Anlamadım?

- Bu evdesin ve oturmuş kartlarla ilgileniyorsun! Benimle ilgileneceksin! 


Kartları önümden aldı sertçe. Şok olduğum halde bozmamaya çalıştım. Marv arayıp duruyordu. Telefonu meşgule atarken bir şok daha geldi.

- Bırak o telefonu! Bana saygısızlık etme! Benimle ilgilen!

Ruh hastasının önde gidenine çatmıştım. Enfes. Telefonu sessize aldım. Nereye gideceğini merak ediyordum. Birden yumuşadı. 



- Bak setten fotoğraflar göstereyim sana. 


Laptopu açıp fotoğrafları göstermeye başladı. BKM bünyesinde çalıştığını iddia ediyordu. Böyle bir evde yaşaması normal değildi. Deli olduğunu düşünüyordum. Ama sessizce fotoğraf göstermesi en azından biraz olsun daha güvenliydi bana odaklandığı anlara göre. Fotoğraflar bitince karşıma geçip diz çöktü.

- Bugüne dek gördüğüm en güzel kadınsın. Seni gördüğüm saniyeden beri aşığım sana. Her şeyi yaparım senin için, yalvarırım benimle ilgilendiğini söyle.

Deli kelimesi sanırım yeterli değildi.


- Saçmalıyorsun. Ayağa kalkar mısın lütfen?


Kalkmadı. Onun yerine oturduğu yerden bana bir aşk şiiri okumaya başladı. Gülmemeliydim. Bağırmamalıyıdım. Olabildiğince düz davranmalıydım. Şiiri bitince bir süre yüzüme baktı. Sonra yine celallendi.


- Beni neden umursamıyorsun! Sana aşkımı anlatıyorum ve umurunda bile değil. Lanet olsun sana! 


Bu yaklaşık bir saat boyunca devam etti. Bir süre köpek gibi yalvarıyor, aşkından söz ediyor, sonra bir süre bağırıp çağırıp deliriyordu. Mutfağa gittiği bir ara telefonu sütyenimin içine sakladım. Delirdiği bir ara alıp ulaşamayacağım bir yere koymasından korkuyordum. Dışarıyla iletişim kurabileceğim tek şey oydu gerektiğinde. Arkadaşlarının da ne bok olduğu belli değildi. Nasıl birileri böyle bir herifle ev arkadaşı olurdu ki? Çığlık atsam yardım etmek yerine onlar da katılabilirdi bu hasta olaya. Mutfaktan döndüğünde sessizce oturuyordum. Yine ilgi için yalvarmaya başladı. Cevap vermeyi çoktan bırakmıştım. 


- Lanet olsun sana. Bıktım. Uyuyacağım. 


Kalkıp tabureye geçtim.


- Ne yaptığını sanıyorsun?
- Uyuman için yatağı sana bırakıyorum.
- Ben uyurken orada oturacak mısın?
- Bak. Bana dilersem sabaha kadar oturacağımızı söyledin. Sen yatıyorsan ben tek başıma sabahı beklerim. Ki zaten uyumaya kalksam içeri geçip yatabileceğimi iddia ettiğin o oda zaten yalan olduğuna göre, bu imkansız. 

- Saçma sapan konuşma. Gel yanıma yat.
- Delirdin iyice herhalde? 

- Gel dedim!

Sabrım tükenmişti. Ayağa kalkıp ceketimi aldım. Fırladı kolumdan tuttu.



- Dokunma ulan!
- Bu saatte nereye gittiğini sanıyorsun sen? Tecavüze mi uğramak istiyorsun?
- Seninle aynı yatağı paylaşmaktan daha saçma bir fikir değil.

- Otur oturduğun yerde. Döner kıçını uyursun. Gün aydınlanana kadar bırakamam seni o tehlikeli sokaklara. Sabah o kadar istiyorsan siktirir gidersin.
- Ruh hastasının tekisin.
- Hayır, sadece sana aşığım.



Delirmenin eşiğindeydim. Dışarı çıkmaya bir daha kalkarsam kolumu sıkmaktan fazlasını yapabilirdi. Lanet edip yatağa girdim. Kendimi duvara yapıştırıp kalas gibi uzandım.


- Seni seviyorum.
- Sus ve uyu.
 

Kolunu belime atmaya kalktığı gibi ittirdim.


- Ne yaptığını sanıyorsun sen? Bir daha dokunmaya kalkarsan çok kötü olacak!
- Neden benimle sevişmiyorsun....
- Ya deli misin nesin? Ne dediğini kulağın duyuyor mu? Cidden sorunun ne senin ya!

Ağlayarak bağırmaya başladı.


- Ruhsal problemlerim var tamam mı! İyileşmek istiyorum! Doktorum beni sağlıklı kılacak şeyin heyecan olduğunu söyledi! Heyecan neyde vardır? Yeni insanlarda ve karşı cinsle olan yakınlıkta! Senle hem yeni tanıştık, hem karşı cinssin, hem de sana aşığım ve sen bana hayır diyorsun! Ölene kadar bunun mutsuzluğuyla yaşayacağım senin yüzünden lanet kadın! Umarım ölürsün. Bunu bana nasıl yaparsın! Nasıl!

Cevap vermeden yatmaya devam ettim. Bir süre ağladı. Sonra aşk şiirleri, sonra küfürler, sonra sızdı. 



Uyumuş olması enfesti. Telefona baktım. Havanın aydınlanmasına çok az kalmıştı. Bir süre o uyurken kımıldamadan bekleyip, sonrasında kaçacaktım. Deli gibi uykum vardı. Sızmaktan korkuyordum. Üstelik çok çişim gelmişti ve düşününce çok komik olsa da o an artık acı veriyordu. Uyanık kalma savaşımda yenilmedim. Ama orada geçen her saniye bir asır gibiydi.Sabah ezanını duydum. Kaçma vakti. Tek kişilik bir yataktaydık, duvara yapışıktım. Onu uyandırmadan kalkmam gerekiyordu. Solucanların ilerlemek için yaptığına benzer bir hareketle kaya kaya indim yataktan. Horlaması kesildiği an nefesim de kesildi. Birkaç saniye sonra horlamaya devam etti, uyanmamıştı. Ceketimi ve çantamı koluma geçirdim. Çizmelerimi giymekle kaybedecek zaman yoktu. Elime aldım. Tek korkum kapının kilitli olmasıydı. Sessizce kapıya ilerledim. Kilitli değildi. Çok şükür kilitli değildi. Kendimi nasıl dışarı attım, o merdivenleri nasıl koştum anlatamam. Apartman kapısından koşarak çıkarken bir taksi tarafından ezilmenin eşiğine geldim. Şöför hızla frene bastı. Birkaç saniye aptal gibi kaldık ikimiz de.


- Abla taksi lazım mı?

Daha mantıklı bir soru olamazdı. Taksiye atladım. Çizmelerimi giyerken şöförün muhabbetini dinliyormuş gibi yapmakla bile uğraşmadım. Yurda vardığımızda, cebimdeki tüm parayı şöföre uzatırken sinirden gülüyordum sadece. Odaya çıktım. Boştu. Üzerimi değiştirip aynadaki suratıma baktım dakikalarca. Yanaklarım sırılsıklam, gözlerim gözlerimde dikildim dakikalarca. Uyuyacak ve bir süre olsun gerçeklikten kaçacaktım. Tek istediğim buydu...





...


Victoria

1 Şubat 2012 Çarşamba

21- Feel Like Shit




Yeni odam korkunçtu. Bütün o lüks yaşantı geride kalmıştı ve yerleri eski halıflekslerle kaplı, hiçbir şeyin sığmadığı, kıç kadar bir alanda üç kişi yaşamak zorunda olduğumuz bir odadaydım artık. Eski yurdumdaki saunayı, spor salonunu (kullanmasam da), şık mutfağı unutmam gerekiyordu. Artık bir kere bile yemek yemeyeceğim kötü bir yemekhane, sık sık kesilen bir internet ve tanımadığım bir dünya insan vardı. Bu yurttaki avantajlar, banyomuzun ortak değil de odalara ait olması (otelden bozma olduğunu söylemiştim yurdun değil mi?), eski yurttaki gibi temizlikçilerin sadece ortak alanları değil, odalarımızı da temizlemesi yani temizlikten sorumlu olmamamız ve yoklama kaydının aşağıdaki bir deftere imza atarak tutulması -yani odaya günaşırı gelen görevliler olmamasıydı. Hiçbir zaman kendimi ait hissedemedim yeni taşındığım yere. Sadece geçici bir süreliğine, mecburiyetten kaldığım bir otel gözüyle baktım. Yaza kadar dayanmak zorundaydım en kötüsüne bile. Yazın ikinci dönem de bittiğinde, ailemi eve çıkmak için ikna edecektim.



Odada benden başka iki kız daha vardı. Esra ve Şebnem. İki senedir beraber yaşıyorlardı aynı odada. Benim gelişim onlar için çok rahatsız edici bir durumdu. Aralarından su sızmıyordu ve odada bir yabancı istemiyorlardı. Haklıydılar. Selin ve Pelin ile aramızın çok iyi olduğu, odayı kimsenin tutmasına müsade etmediğimiz zamanları hatırladım. Ama arkadaş olmak zorunda değildik. Beni sevmelerini ummuyordum. Benden nefret bile edebilirlerdi, asla alışıp kabullenmeyebilirlerdi. Olsun. Umursamıyordum. Sadece uyumak istiyordum. Tüm bu yorgunluk, bana bir bunalım armağan etmişti. Berbat hissediyordum. Aileme hiçbir şey yansıtmak istemediğimden, paramı almadığımı söylememiştim. Maddi bir talepte bulunmayacaktım, zaten her ay fazlasıyla gönderiyorlardı. Yeni yurdun ilk ayki ödemesini yapabilmek için arkadaşlarımdan borç aldım. Cebimde çok komik bir para kaldı. Her gün sadece bir paket sigara alıyor, kahvaltı ve akşam yemeğini de simitle ya da tavuk dönerle idare etmeye çalışıyordum. 


Kızların ikisi de benden yaşça büyüktü. Şebnem duygusal açıdan sorunları olan bir kızdı. Derslerinde çok başarılıydı. Ama sürekli bunalıyor, içine kapanıyordu. Geçmişinde yaşadığı bazı tatsız olayların sonucuydu bu sebepsiz çöküşler. İleride yaşantısını bana anlattığında, onun adına çok üzüldüm. Sevimli bir kızdı. Bazen kısa da olsa muhabbet ediyorduk ve iyi bir his yaratıyordu.


Esra ise tam bir tikky idi. Çok güzel bir kızdı. Manken gibi derler ya hani, tam olarak öyle. Çok zengin bir aileden geliyordu, neden bu yurtta yaşadığını hiçbir zaman anlamadım. Çok güzel giyiniyor, sıkça tatillere gidiyor, kendine çok özen gösteriyordu. Şebnem'i çok sevdiğini görmek hiç zor değildi. Esra'da sevilecek pek bir şey göremiyordum ama ben. Çok içten pazarlıklı, kendini yüksekte gören ve herkese tepeden bakan bir hali vardı. 


İkinci gecemde Şebnem yurtta yoktu. Esra ile tanıştık. Çok sıcak davrandı. Birkaç saat muhabbet ettik. Bunun genel tavrı olduğunu sanmıştım ama hayır, sadece gelen kişiyi denediği, aklınca bir testti. Öğrenebildiği kadarını öğrenmek istiyordu, gülümseyen bir maskenin ardında sinsice ellerini ovuşturarak. Bunu ertesi gün gayet resmi şekilde selamlayıp beni yok saydığında fark ettim. Cehennemin dibine kadar yolu vardı. Şebnem'le tanışmamız kısa ve öz oldu. Yapay bir samimiyet sunmaması güzeldi. Birkaç gün sonra Şebnem'in içindeki iyiliği görmeye başladım. Paramın olmadığını ve neredeyse hiç beslenmediğimi fark etmişti. Sabahları ben uyanmadan yiyebileceğinin iki üç katı şeyle odaya geliyor, uyandığımda bitiremediğini, ziyan olmasını istemediğini söyleyip benimle paylaşmak istiyordu elini bile sürmediği porsiyonları. Başta utandım, önceden düştüğüm bir durum değildi ama gerçekten zor durumdaydım, üstelik bu kadar kibarca, çaktırmamaya çalışarak yardım eden birinin teklifini reddetmek hoş olmazdı. Böylelikle öğünlerimin çoğunu Şebnem'in desteğiyle atlattım. Zaten yemek ve sigara dışında hiçbir masrafım yoktu. Zira yurttan dışarı çıkmıyordum. Sürekli odadaydım. Uyuyor, bir şeyler izliyor, bir şeyler okuyor, beynimi uyuşturmaya çalışıyordum. Tek başıma olduğum saatler genelde ağlama nöbetlerimle süsleniyordu. İyi değildim ve bunun ne kadar süreceğini bilmiyordum...

...

Victoria


31 Ocak 2012 Salı

20 - God, are you kidding me?







Ertesi gün Hande tarafından uyandırıldım. Önce okula uğrayıp ödev teslim etmemiz, sonrasında da yurdun yeni şubesine gidip oda seçmemiz gerekiyordu. Ayaküstü bir şeyler atıştırıp çıktık. Okulda hocayı bulmak için çokça ter döküp, işimiz bittiği gibi kendimizi yeni yurda attık. Eski yurtta bir zamanlar yurt görevliliği yapan Çilem Abla, bu yurtta müdür olarak işe başlamıştı. Kendisinden pek hoşlanmazdım ama bir sıkıntımız da yoktu. Yoklama almaya geldikçe genelde odamızdaki sigara dumanından ötürü laf sokmadan çıkmazdı ama bunu dert edecek de değildik.


- Çilem Abla merhaba. Hayriye Hanım haber vermiştir size, kaydımı buraya alacağız bugün. Kendisi onayladı ekstra bir işlem gerekmiyor. Odaları gezebilir miyim?


Aldığım tepki şaşırtıcıydı.


- Evet haber verdi Hayriye Hanım. Yalnız Victoria, ben pek hoşnut değilim bu fikirden.
- Anlamadım?
- Ben bu yurtta sana sigara içirir miyim sanıyorsun? Sabahlara kadar bilgisayar başında oturtur muyum seni? Hem uyuşturucu meselesini duydum ve açıkçası ben sana inanmıyorum. Yurda sürekli sarhoş gelen sen değil miydin sanki her gece?


Ağzım açık kaldım. İftira atmak kalp krizine sebep olsaydı ilk kelimesinde yere yığılırdı. İçkiyle aram yoktu bile, bırak yurda sarhoş dönmeyi. Nadiren Marv ile içerdim, o da Kocaeline gittikçe. Onun dışında dışarı çıktığımda barlarda genelde meyve suyu alırdım. Bira, rakı, votka, viski.. Hiçbirini içmiyordum ve yurda dönmeden bir kadeh şarap içtiğim gün sayısı aylardır beşi bile bulmazdı.


- Ben alkol bile kullanmıyorum? Ne sarhoş gelmesi?
- Ya bırak beni mi kandırıyorsun. Senin buraya kayıt olmanı engelleyemem ama sana burada huzur bırakmam Vicy. Anlıyor musun?


Hande beni savunmaya kalkıştı ama susmasını rica ettim.


- Çilem Abla, zaten sana çok da sıcak duygularım yoktu ama bugün kanıtladın ki insan bile değilmişsin. Sorunun ne bilmiyorum ama Tanrı cezanı verecektir bir gün. Yürü Hande, başka bir yer buluruz elbette.


Yurttan çıktık. Bir süre hızla yürüdük ve kendimi bir kaldırıma attım. Oturup bir sigara yaktım. Hande de eşlik etti.


- Şimdi ne yapacağız?
- Başka bir yurt bulmak zorundayız 3-4 saat içinde.


Sigaraları bitirip aramaya başladık. Dönem ortasında yurt bulmakla samanlıkta iğne bulmak arasında çok da bir fark yoktu. Yine de insan mecbur kalınca her şeyi deniyor. Avrupa yakasında okula ulaşımım saatler almayacak her yeri denedik. Kimisi normalin iki katı para istiyordu, kimisinde zaten yer yoktu. Sinirden ve hırstan dolan gözlerimle ve şişmiş ayaklarımızla inadına devam ettik. Saatler sonra, son gücümüzle bulduğumuz son yurda adım attık. Yurt otelden bozma bir yerdi. Oldukça eskiydi. Odalar çok ama çok küçüktü. Üç kişilik odalardan birinde bir kişilik yer vardı. Odaya girdik. Aylardır yaşadığım odanın dörtte biri kadar bir yer. Tek kişilik üç yatak. Ufacık birer masa. Kişi başı tek kapılı bir dolap. Tek bir tabure koyacak bile yer yok. Pekala. Tutuyorum.


Eski yurda geri döndük. Eşyaları taşımamız gerekiyordu. Artı kaydımı sildirmeliydim. Önce Hande'nin odasına çıkıp kızlarla bir sigara içtim. Annem ve babam sürekli arayıp gelişmeleri soruyordu. Babam Çilem denen kadını yurt sahibine bildirip ağzına sıçmak isterken annem işi iyice dramatikleştiriyordu ki zar zor ayakta dururken iyice zorlanıyordum. Müdürün odasına indik.


- Çilem Hanım diğer yurda geçişimi imkansız kıldı. Başka bir yere aldırıyorum kaydımı bugün. Dekontlarımı alabilir miyim?
- Yani Victoriacığım, öncelikle bu ayın ödemesini rica etmek zorundayım.
- Pardon? Bugün yeni ödeme sürecinin ilk günü. Yurtta kaldığım tek bir gün için tüm ayın parasını mı istiyorsunuz resmen benden?
- Üzgünüm vallahi prosedür ehe ehe.
- Keşke cidden üzgün olsanız.


Savaşmak istemiyordum. Tartışmak istemiyordum. Tek istediğim artık tüm bunlardan kurtulup saatlerce uyumaktı. Şiş ayaklarımla en yakın ATMye gidip para çektim.


- Buyrun. Bu ayın ödemesi. Artık lütfen dekontlarımı alabilir miyim?
- Yani şimdi elbette vereceğim diğer ayların kontratlarını ama, depozitonu unut.
- Şaka mı ben anlamıyorum ki artık.. Nedir?
- Yani şimdi dönem ortası gidiyorsun çocuğum ben senin yerine birini bulamam ki, depozitonu veremem o yüzden.


İşi artık tamamen adiliğe vuruyordu. Komik olan, yurda haftada en az bir gün müşteri çıkıyor, bizim odayı geziyor ama bizim bezdirişimizle tutmaktan vazgeçiyordu. Şu eski Türk filmlerindeki bakıcı kaçıran çocuk karakterler gibiydik. O odaya birini bulamayacağını iddia etmesi o kadar komikti ki. Ben istemsizce gülüyordum artık. Hande dudaklarını ısırıyordu. Tek istediğim gitmekti.


- Hiçbir şey demiyorum. Lütfen bir taksi çağırabilir misiniz en azından, gideceğim bir an önce.
- Ah be yavrum, hiç de taksi numarası yok bende ki.


Git gide daha da saçmalaşıyordu. Masasındaki bir tomar taksi kartını alıp uzattım.


- Aaa unutmuşum ben onları yahu! Dur arayayım ehe ehe. .... Alo, taksi isteyecektim ben xxx kız yurduna? Aa öyle mi tüh tamam.- Yağmur dolayısıyla durakta taksi kalmamış canım.
- Diğerlerini deneyin.
- Alo, taksi isteyecektim ben xxx kız yurduna. Aa kalmadı mı taksi durakta, peki teşekkürler.


Artık dayanamadım, kahkaha atmaya başladım. Hande telefonu müdürün elinden kaptığı gibi müdürün elindeki kartta yazan numarayı çevirdi.


- Merhaba xxx kız yurduna bir taksi gönderebilir misiniz? Tamamdır teşekkürler... Taksi geliyor Victoria hadi eşyalarını indirelim aşağıya.


Kızlar müdürün suratına küfür eden bakışlar atarak yukarı çıktı. Benimse artık başımı kaldıracak halim bile yoktu. Eşyaları indirdik. Zar zor taksiye sığdırdık. Başka bir taksiye de Hande ve başka bir odadan arkadaşımız olan Damla atlayıp geldiler benimle. Yeni odama eşyaları çıkarttık. Kızlar çoğunu yerleştirdiler. Ivır zıvır kısımları ben sonra hallederim dedim. Eski yurda beraber döndük. Son bir valiz vardı getirmem gereken. Kızlarla tek tek vedalaşıp valizimi aldım ve tramvay durağına doğru ilerledim. Yağmur yağıyordu. Taksiye verecek param kalmamıştı. Yeni yurdun müdürü ödemeyi birkaç hafta sonra yapmamı kabul etmişti. Sırılsıklamdım. Valizi taşımak için çok güçsüzdüm. Bütün tramvaylar dolu geliyordu. Kulaklıklarımı takıp kendimi müziğe ve yağmura bıraktım. O an ölsem, umurumda olmazdı. Genç bir delikanlı yanıma geldi. Söylediğini anlamadım, kulaklığı çıkarttım. 


- Efendim?
- Ne dinliyorsun?
- Bunu mu sormak için geldin cidden? Bu gün koca bir kamera şakası olmalı. 
- Neredeyse kırk dakikadır ıslanarak dikiliyoruz. Ters istikamete giden tramvaylar boş geçiyor. Onlardan birine binip, son duraktan rahatça dönebiliriz.
- Peki. Valizimi al.
- Bu ne güven böyle, ya çalarsam? :)
- Umurumda bile olmaz.



Tramvaya bindik. Bana bir gün bu ülkeye sosyalist rejimi getirebilirse eğer, Sultanahmet'i koca bir çorbacı yapacağını ve herkesin orada bedava çorba içeceğini filan anlatıyordu gülerek. Ayakta uyuyordum. İneceğim durağa yaklaşırken mail adresimi rica etti. Kalemini alıp elindeki Uykusuz'un üzerine o an uydurduğum bir mail adresini karaladım. İnip yeni yurduma doğru yürüdüm. 


Şansıma ilk gece yeni oda arkadaşlarım yurtta yoktu. Üzerime kuru bir şeyler geçirip kendimi yatağa attım.


Gözlerimi kapadığım an, uykuya daldım.


...


Victoria









27 Ocak 2012 Cuma

19 - No More Home






Yurda çıkıp Hande'nin odasına daldım. Odada altı kişiydiler ve aram iyiydi kızların hepsiyle. Eşyalarımı toplamak için yardım rica ettim. Tahmin ettiğim gibi, oda bomboştu. Orospular evci çıkmışlardı tepkimden korkup. Kalıp savaşmak gibi bir gayem yoktu. Tek isteğim iğrenç insanlarla dolu bu yerden bir an önce kurtulmaktı. Eşya toplamak çok uzun sürdü. Oda çok büyüktü ve ben de delicesine kıyafet, kitap ve ıvır zıvırla doldurmuştum tüm alanımı aylardır. Saatlerce eşyaları katagorize ettik, katladık, valizlere, poşetlere, çantalara doldurduk. Bir dünya sigara, bir dünya küfür değdi dudaklarımıza. İşin komik kısmı, nereye gideceğime dair bir fikrim de yoktu. Tek bildiğim gidecek olduğumdu.


Yurdun sahibini aradım. Yaşlı, tatlı bir kadındı. Yurdun birkaç hafta önce bir şubesinin daha açıldığını biliyordum, okula da yakındı. Belki oraya geçebilirdim. Kadına üstünkörü bu yurttan ayrılmam gerektiğini, yeniden senet yapmadan buraya devam eder gibi diğer yurtta kalıp kalamayacağımı sordum. Cevap olumluydu.


En azından kalacak yer bulma sorunum olmadı diye kendimi avutarak yurttaki son gecemi yorganın altında uyuyarak geçirdim.

Ertesi gün çekeceğim çileye dair hiçbir fikrim yoktu...





...


Victoria

26 Ocak 2012 Perşembe

18 - Motivation






Marv'a sarıldığımda birkaç dakika öylece kaldım. Uykusuzluk, sabah sabah patlayan o bomba, açlık, mutsuzluk, şok... Hepsi omzularımdan bastırıyordu sanki. Bacaklarım güçsüz, gözlerim şiş, zihnim karman çorman halde kendimi kollarına bıraktım dakikalarca. Bir süre sonra, "Hadi." dedi, "Önce bir şeyler yiyelim."



Bir yere oturup kahvaltı ettik. Ard arda sigaralar yakıp olup biteni anlattım. Elleri ellerimi kavradığında, her şeyin üzerinden gelebileceğimi hissettirdi bana. Hiç değilse Marv vardı, şanslıydım. 


Kahvaltının ardından Sultanahmete doğru yürüdük. Sadece bir süre tüm olup bitenlerden uzaklaştırmak istiyordu beni ve zihnimi. Havuzun kenarındaki bir banka yerleştik. Arada rüzgarın sırtına atlayıp yüzümüze geliyordu damlalar, gülüyorduk. Yerdeki su birikintilerinde serçeler banyo yapıyordu, bizden birkaç karış uzaklıkta. Mutluyduk. Üzerinden geçen yıllara rağmen, o anı ve üzerimdeki rahatlatıcı etkisini hala dünmüş gibi hissedebiliyor, hatırlayabiliyorum...


Ancak gerçeklerden, hayattan temelli kaçmanın bir yolu yoktu. Yurda dönmek ve işleri halletmek zorundaydım. 


Marv'a sıkıca sarılıp mümkün olduğunca güç topladım ve yurda döndüm.

Az zamana sığdırmam gereken, çok işim vardı.





...


Victoria

17 - The Colluders





Ailem bu fikirden hoşlanmadı haliyle. Babam duruma el attı, bir doktordan iki haftalık rapor ayarladık ve ailemin yanına gittim. Bir süre uzak kalırsam iyi gelir diye düşünüyorlardı. Onların ilgisi ve Marv'ın sürekli aramalarıyla birazcık güç topladım. Kaldığım yerden devam etmek üzere İstanbul'a döndüm. 


Bir hafta kadar yine pek muhattap olmadan yaşadık aynı odada. Marv İstanbul'a bir arkadaşında kalmaya gelmişti ve gündüzleri onu görüyor, yurda geç dönüyordum.Kızlar da arada bir hal hatır sormaya filan başladılar ki, şaşırttılar beni.


O sabaha kadar.

Sabah altı gibi uyudum. Dokuz gibi temizlikçi abla tarafından uyandırıldım.

- Canım müdür seni görmek istiyor.
- Tamam abla uyanınca inerim ben yanına.
- Uyuyorsa da uyansın gelsin dedi.

Bu işte bir gariplik vardı. Kaldığım yer özel bir yurttu ve kimse durduk yere sizi uykunuzdan uyandırmazdı. Zaten para mevzusu dışında pek çağırılmazdınız da, ekstrem bir durum yoksa.

Tek gözüm kapalı müdürün yanına gittim.

- Victoria gel bakalım otur şöyle.

Adamdan hoşlanmıyordum genel olarak. Tavırları çok itici ve yapay geliyordu. Dediğini yapıp karşısına oturdum. Konuşmaya başladı.

- Nasılsın iyi misin?
- Uykumdan uyandırdınız, nasıl olduğumu sormak için mi? Lütfen konu neyse konuşalım bir an önce.
- Hehe.. Peki canım kızma hemen öyle. Şimdi, seni severiz bilirsin. Bugüne kadar da pek bir sıkıntı yaşamadık seninle yurtta. Ama işler biraz değişti aldığımız bir şikayetle...
- Ne şikayeti?
- Canım şimdi isim veremem amma, birkaç arkadaşın geldi bu sabah. Senin için çok endişelilerdi. Bütün gün ağlıyor, bağırıyor, herkesin canına okuyormuşsun. Senden çok korkuyormuş herkes. Tüm bunların sebebi de... nasıl denir bilmiyorum ama.. bağımlıymışsın Vicy. Ailen biliyor mu uyuşturucu kullandığını? Ne zamandır kullanıyorsun? Bak biz hepimiz seni severiz, yargılamıyorum yardımcı olmak için soruyorum. Arkadaşların nasıl üzülmüş senin için görsen. 



Oturduğum yerde sinirimden ağlıyor, tepki bile veremiyordum duyduklarım karşısında.

- Aa ağlamakla olmaz ama. Git bi' yüzünü yıka gel hadi.

Kapıyı çarpıp yukarı çıktım. Dakikalarca suratıma su çarpıp bunun gerçek olamayacağını tekrarladım kendi kendime. Odamda bir sigara içtim. Bu kadar orospu çocuğu olmalarının imkanı var mıydı cidden? Cidden odada sadece ikisi yaşamak için bana bu denli büyük bir oyun oynayabilirler miydi? Sabahın köründe ikisinin de odada olmayışından da anlaşılıyordu ki, evet. Cidden kaçıyorlardı, zira bu boku yemişlerdi. Müdür olacak pezevengin yanına indim.



- Heh şöyle. Yıkamışsın yüzünü de mis gibi aferin. Şimdi anlat bakalım nedir sıkıntın?
- Birincisi, bana yardım etmekten filan söz ediyorsunuz ama alakası bile yok. Duyduğunuza gayet inanmışsınız ve onu gerçek sayıp üzerinden yol alıyorsunuz. Bana sormuyorsunuz bile ne olup bittiğini. O kadar eminseniz beraber bir hastahaneye gidelim, ne şekilde kanıtlanıyorsa yapılsın gereken tüm testler. Bir yandan da odamı arayın isterseniz. Ama sonra karşıma geçip yüzüme bakarak özür dileyebilecek misiniz?

- Ya şimdi Victoria'cım, böyle agresifleşmeye gerek yok ki...
- Lütfen susun. Agresifleştiğim filan yok. Pelin ve Selin'in bunu yapmasından çok sizin tavrınıza şaşırdım zaten. Hiç inkar etmeyin, bunu yapanın onlar olduğunu adım gibi biliyorum. Hatta durun tahmin edeyim, eminim bu gece ikisi de evci çıkmıştır değil mi? Yüzleşmeyelim olay tazeyken diye, onlar gelene kadar giderim diye. Bana yaptığınız bu muamele çok iğrenç. Bugüne kadar hiçbir sıkıntı bile yaşamamışken, inanmayı tercih ettiğiniz şey.. Ama gerçekten bunun için savaşmayacağım bile. Yarın ayrılıyorum buradan. Herkes de ne hali varsa görsün.



Odama çıktım, katıla katıla ağlamaya başladım sinirimden. Kapı açıldığında yatağımda hıçkırmakla meşguldum sarsıla sarsıla. Gelen Hande idi. Üst katta kalıyordu, aynı sınıftaydık. Çok sevdiğim, çok iyi niyetli bir arkadaştı. Beni o halde görünce şaşkınlıkla yanıma koştu. Olup biteni anlattım. 


- Derhal yüzünü yıkıyorsun, kalk kalk kalk! Kahvaltı ettin mi?
- Hande şu durumda ne ara kahvaltı etmiş olabilirim?
- Tamam git yüzünü yıka sonra da giyinmeye başla. Marv İstanbul'daydı değil mi bu ara?
- Bugün dönecekti. Dönmüş olabilir. 



Yüzümü yıkadım, eşofmanları çıkarıp bir kot bir bluz geçirdim üstüme.

- Marv on dakika sonra yurdun önünde olacak ve beraber kahvaltı edeceksiniz. Biraz kafan dağılmalı. Sonra dönersin yurda ve ne yapacağımıza karar veririz, tamam mı?

Kabul ettim. Marv'a sarılsam, yükün yarısı kalkardı üstümden. Biliyordum.

Çantamı alıp aşağı indim...

...

Victoria










25 Ocak 2012 Çarşamba

16 - Sadness Finds a Home



Başta çok açık edemediler. Aklıma gelen tek mantıklı sebep, utanıyor olmalarıydı. Zira bir insanı durduk yere grubun dışına atmak tek kelimeyle orospu çocukluğuydu. Ama zamanla utanmaktan da vazgeçtiler sanırım ki, git gide daha da uzaklaştırıldım ve git gide daha da yakınlaştılar.

Hiçbir şey anlamıyordum. Pelin ve Selin durduk yere beni çemberin dışına itmişlerdi ve ortada hiçbir sebep yoktu. Süper iğrenç bir tikky çifte dönüştüler çok kısa bir süre içerisinde ve artık arkadaşları olmak bile istemediğimi anladım ben de zaten. Yine de aynı odada yaşarken, bu tip şeyler kolayca boşverilemiyor.

Çok kısa bir süre içinde selam sabah bile kesildi. Ardından da iş düşmanlığa yakın bir noktaya ilerledi, zira bana bakıp bir şeyler fısıldaştıklarını görmek için çaba sarf etmeye gerek yoktu. İlk birkaç gün sinirlendim çokça. Sonra sinirim yerini üzüntüye bıraktı. Rutinim bozulmuştu ve yaşadığım odada yalnızdım. Tek başına yaşamak keyifli bile olurdu aksine ama iki kişiyle aynı mekanda yalnız olmak insanı yıpratıyor.

Bir süre sabretmeye çalıştım ama ruhsal durumum kontrolden çıkmaya başlıyordu ufak ufak. Odada geçirdiğim zamanlarda mutlaka kulaklığımdan gelen müzik ile araya duvar çekiyordum. Uyumak için yatağa girdiğim anlarda ise istemsiz bir ağlama nöbeti...



Annem de durumu hissetmeye başlamıştı hiçbir şey söylemediğim halde. Bir gece saat üç sularında ağlarken ben telefonum çaldı. Annemin uyuyor olduğu saatlerdir normalde, o yüzden endişelenerek açtım. 


"Saatlerdir uyuyamıyorum. İçimde bir sıkıntı var ve yüzün gözümün önünden gitmiyor. İyi misin Vicy?"


Bir başka gün, okulda sigara içerken deli gibi kar yağmaya başladı. Çok hoşuma gitti, annemi aradım.

"Anne, çok güzel kar yağıyor!!"


"Ne güzel tatlım... Arkadaşlarınla aranda sorun var, değil mi?"

Anneler daima harika. Ve her şeyi hissedebiliyorlar cidden de. Üstü kapalı bir şekilde durumları anlattım sonunda. Ve kafamdaki, o yaşın da etkisiyle aldığım kararı:

"Ben okulu bırakıyorum, oraya döneceğim."

...


Victoria

22 Ocak 2012 Pazar

15 - Out of the Circle




Uzun bir süre rutinim sabit ve keyifliydi. Marv, hediyeler, yurt, filmler, eş dost, arada farklı şehirlerdeki dostların yanına ufak kaçamaklar.

Ancak bir süre sonra odada bir şeylerin pek de yolunda gitmediğini fark ettim...

Ayın neredeyse yarısını Kocaeli'nde geçiriyordum. Kızlarla eskisi gibi her gün beraber değildik yani. Ama bir sorunumuz, kavgamız da yoktu. Her şey başından beri olduğu gibi eğlenceliydi.

İlk çıtırtıya dek. 



Sekiz gün kadar Kocaeli'nde kaldıktan sonra, İstanbul'a döndüm. Pelin ve Selin odadaydı, sarıldık. Muhabbet ettik biraz. Eşyalarımı yerleştirip bilgisayarımı açtım. Selin internette bir şeyler yapmakla meşguldu. Pelin de bir şeylerle zaman öldürüyordu. Sonra sıkıldı. Dolandı. Eşyalarını düzenledi. Telefonunu kurcaladı. Sıkıntısı geçmeyince ortaya bir öneri attı:

"Aman çok sıkıldım ya! Selin hadi kalk film izleyelim!"



Kalakaldım. Her şeyi üçümüz yaparken, birden bire nasıl sadece ikisine yönelik bir teklif sunabiliyordu ki? Hiçbir şey söylemedim. Birkaç saniye sonra fark etti ve beni de çağırdı, gülümseyerek kabul ettim ama anlamıştım.

Yanlarında olmadığım zamanlarda başbaşa kaldıkça birbirleriyle daha yakınlaşıyorlardı ve her üçlü kız grubunun klasik sonuna doğru ilerliyorduk. Gruptan iki kişi yavaşça yakınlaşır ve üçüncü bir süre sonra çemberin tamamen dışında kalır...

***

Victoria

12 Ocak 2012 Perşembe

14 - Finally, Tranquillity





Bir süre her şey bu rutinde gitti. Pelin avut, Pelin besle, diğer kızları odadan uzak tut.. Zamanla zaten kendine geldi, toparlandı, Kemalettin'le ilişkisine devam etti. Ama bu yükümün hafiflediği anlamına gelmiyordu zira bu defa da sınavlar vardı sırada.. Gece gündüz çalışmaca, son ana bırakılan ödevleri yetiştirmece, uykusuz uykusuz sınava gidip yurda döner dönmez yatağa atlamaca...


Marv'a gelince, her şey yolundaydı. Zaten aksi mümkün değildi zira ilk günden beri tek gayesi beni mutlu kılmaktı. Sık sık İstanbul'a geliyordu, hafta sonlarını beraber geçirirdik çoğu zaman. Kadıköy'de oluyorduk sıkça. Vapurdan indiğim gibi kucaklıyordu beni. Hemen hemen hep aç olduğumuzdan, kahvaltı peşine düşüyorduk önce. Rexx büfe oluyordu genelde durağımız. 


"İki kaşarlı tost, iki de portakal suyu!"


Sonra alışveriş, kafeler, barlar, sahaflar, Moda'da bizi bekleyen kayalar... Güzeldik. Başka bir tarifi yoktu bunun. 


Sınavlar geldi geçti, Marv geldi gitti, ben ailemi - Marv'ı ziyaret ettim birkaç defa...

Sanırım hayatım bir düzene kavuşmuştu sonunda...



..

Victoria

11 Ocak 2012 Çarşamba

13 - Just Like A Babysitter



Selin gittikten sonra Pelin'e yataktan asla kalkmamasını tembih edip kendimi dışarı attım. Eczaneye girip çürük kremi, ağrı kesici, ertesi gün hapı vb. aldım. Marv ile telefonda konuşup olan biteni anlatarak yurda döndüm. Odaya girdim ve o saçma filmlerdeki gibi, telefon elimden düştü.

Pelin yerde hareketsiz yatıyordu.

Sarstım, kucakladım, zar zor gözlerini açtı ve yine ağlamaya başladı. Tüm gücümle yatağına sürükledim ve yatırdım. Kemalettin'i aradığını, konuşurken yataktan kalktığını ve Kemalettin'in ona kötü şeyler söylediğini anlatırken nefesi kesildi. Anlaşılan konuşma esnasında bünyesi iflas etmişti ve bayılıp kalmıştı oracıkta. Kafasını çarpmamış olması mucizeydi ancak sorunumuz bitmek bilmiyordu. Nefes alamamaya başladığında elim ayağıma dolaştı. Sağlam kalan gözü kocaman açık bir şekilde bana bakıyor ve çırpınıyordu. Yardım istemeyi düşündüm ama bu son çareydi. Elimden geldiğince sakinleştirmeye çalıştım.

"Hadi Pelin. Nefes alıp vermen lazım. Bak, hadi beraber yapalım. Yavaşça nefes ver. Tamam, çok güzel. Şimdi nefes alalım güzelce. Aferin Pelin! Çok güzel. Hadi, bir daha..."


İşe yaradı. İyice sakinleştiğinde ertesi gün hapını içirdim, çürüklerini kremledim ve uyuttum yeniden.

Adeta benim sorumluluğumda küçük, hasta bir kız çocuğu gibiydi ve bu haddinden fazla bir yüktü benim için.

Akşam mutfağa inip Pelin'in hasta olduğunu, yemeği odada yiyeceğini söyleyerek bir şeyler aldım. Kucağımda tepsi, bebek besler gibi doyurdum karnını odaya çıktığım gibi. Tüm bunlardan da zor olan ara ara patlayan Kemalettin krizleriydi ve telefonu ondan uzak tutmak ve ağlamasını durdurmak çok yorucu oluyordu. Bunun dışında tuvalete gitmesi gerektiğinde çok çaba sarf ediyordum. Tek gözünü saçlarıyla örtüp, koridoru kontrol edip, koluna girip olabildiğince hızla gidip geliyorduk.

Esas çabam şikayetçi olması yönündeydi. Saatlerce dil döktüm, darp raporu almaya ikna etmeye çalıştım ama ailesinin duymasından endişe ettiği için bunu şiddetle reddetti. Bir yerden sonra üstelemedim de, zaten sıkıntı başımdan aşkındı...

Bir diğer dert de, yoklama anlarıydı. Yurt görevlileri odaları gezip, tek tek kontrol ediyorlardı. Her geldiklerinde hepimizi gördüklerine emin oluyor ve biraz muhabbet ettikten sonra diğer odalara geçiyorlardı. Her yoklama seansında Pelin yorganı başına çekip yatıyor, biz de uyuduğunu söyleyip görevlilerin ilgisini çekecek başka konular açmaya çalışıyorduk. İlk günün altından tek başıma kalktıktan sonra Selin'in gelmesiyle yüküm biraz olsun hafifledi.

Tüm bu yaşananlar dandik senaryolu ucuz bir filmin sıkıcı sahneleri gibiydi...


Victoria

6 Ocak 2012 Cuma

12 - Her Nightmare




Telefon çaldı, çaldı, çaldı...

İkimiz de açmaya cesaret edemedik. Ne diyecektik ki? Belki cidden Pelin'i arkadaşlarıyla ders çalışıyor sanıyordu, belki Pelin'in ağlamasının onunla bir ilgisi vardı? Hiçbir bilgimiz olmadığı için telefon kesilene kadar bekledik. Yapılacak en mantıklı şey Pelin'i aramaktı. Telefonu kulağıma dayadım açmasını umarak, ama işler iyice rayından çıkmıştı:

Telefonu kapalıydı.



Selin'le odanın içinde dört dönmeye başladık. Kemalettin sürekli arıyordu. Pelin'in telefonu inatla kapalıydı. Burak'ın nerede oturduğuna dair hiçbir fikrimiz yoktu. Sabaha kadar durumun ne olduğuna dair senaryolar üreterek bolca sigara tükettik. Tek bir yatakta yamuk yumuk bir halde sızmışken, telefonum çaldı.

- Victoria, yurdun ilerisindeyim. Gelip beni alır mısın?

Sesi çok farklıydı. Ayağıma botlarımı geçirdiğim gibi kendimi dışarı attım. Şapkasının önünü burnuna kadar çekmişti. 



- Ne oldu? Neredeydin Pelin ulaşamadık aklımızı yitirdik!?
- Odaya çıkalım.

Koluma girdi. Ufak adımlarla yurda girdik. Odamıza çıkıp kapıyı kapattıktan sonra Pelin'in karşısına oturup anlatması için gözlerimizi ona diktik. Öne eğdiği başındaki şapkayı yavaşça çıkarttı, başını dikleştirip bize baktı.

Tek gözü mosmordu ve tamamen şişmişti.

Çok yavaş bir şekilde, korkmuş bir çocuk sesiyle anlatmaya başladı olanları.

Burak'ın evine gittiğinde ilk saatler çok güzel geçmiş. Uzun uzun muhabbet etmişler. Burak onu özlediğinden filan söz etmiş. Kahve içip flört etmişler ufak ufak. Saatler geçmiş, iyice yakınlaşmışlar. Sonra Pelin çaktırmadan (!) Kemalettin'in attığı bir mesaja cevap verirken Burak durumu fark etmiş.

Ve işler o noktada kıyamete dönmüş.

"Sen ne çeşit bir orospusun lan?! Manitan varken kendini siktirtmeye bi de buraya geliyorsun!" diye üzerine çullanmış Burak. Pelin ağlamış, yalvarmış. Yurda gitmek istediğini söylemiş. Burak "Bu saatte yurda seni almazlar, kocana mı gidiyorsun!?" dediğinde bizi aramış Pelin. Biz gelmesini söyledikten sonra "Bak, alırlarmış yurda. Kızlarla konuştum, n'olur izin ver!" diye yalvarmaya başlamış. Telefonda son arananlar kısmını açmış, bizi aradığına inansın diye ekranı ona doğru çevirmiş ve tam o sırada telefonu çalmaya başlamış. Kemalettin... Ekranda yanıp sönen "AŞKIM" yazısını gören Burak çıldırmış. Telefonu alıp fırlatmış duvara, o sebeple aradığımızda ulaşamamışız. Tekme tokat saldırmış Pelin'e. Yerde kıvranırken beline yediği tekmeleri anlatırken Pelin, ağzımız açık bir şekilde kalakaldık. Kızı eve kilitleyip kafasına göre işkence etmiş, hizmet ettirmiş. Bir ara sinirlenip bardak fırlatmış, sonra kırılanları toplatıp "İyi temizleyemediysen göreceksin gününü!" diye bardağın kırıldığı zeminde çıplak ayak yürütmüş.. Sabaha karşı soyup 5-6 kere tecavüz etmiş ve akabinde siktirip gitmesini söylemiş.

Bunları hıçkırıklar içinde, titreyerek, çok yabancı bir sesle anlattı. İşleri ele almak zorundaydık, yurtta kimse bunu duymamalıydı ve Pelin'i iyileştirmek zorundaydık. Kapıya "SINAVLAR SEBEBİYLE BİR SÜRE MİSAFİR KABUL ETMİYORUZ!" yazılı bir kağıt yapıştırdım. Selin Lasonil ararken, ben Pelin'i soymaya başladım. Manzarayı size anlatabilmem mümkün değil. Vücudundaki çürükler saymakla bitecek gibi değildi ve çok ağırdı. Beli, bacakları, sırtı, kolları.. Açamadığı tek gözü.. Çürüklerini kremledikten sonra pijamalarını giydirip bir ağrı kesici içirdik ve yatağına yatırdık. Selin'e dönüp ne yapacağımızı sordum ve Selin'den uzaklaşmamı sağlayan ilk hareketi o an gerçekleşti.

- Ya tatlım çok kötü durum farkındayım ama benimki ev ayarlamış arkadaşından, biliyorsun mekan bulamıyoruz pek sık. Benim oraya gitmem lazım ama bir şey gerekirse arayın tamam mı?



Bu şaka gibi açıklamadan sonra süslendi, püslendi, Pelin'i öpüp çıktı.

Bütün sorumluluk benim omuzlarımdaydı..



..

Victoria




2 Ocak 2012 Pazartesi

11 - Pelin And Her Big Mistake



Güne yatağıma gelen kahvaltı ve Marv'ın sevgi fışkıran gözleriyle başladım. Bütün gün muhabbet ettik, film izledik, eğlendik. Orada geçen her günüm - gecem, bana bir prensesmişim gibi hissettiriyordu. Gecenin köründe uykum kaçarsa "Uyan, sıkıldım." diyordum ve hiç itiraz etmeden uyanıp, elimi tutarak benimle dizi izliyordu. Ağzımdan çıkar her laf, gökten inmiş bir emir gibiydi sanki onun için. "Çok sıkıştım ve ayağa kalkmaya mecalim yok." diye söylenirken uykumdan uyanıp gecenin köründe, gözlerinden damlayan uykuya rağmen yataktan kalkıp beni kucaklayarak banyoya götürecek kadar sevimliydi. Her saniye daha da iyi anlıyordum ki Marv, dünyaya beni mutlu kılmak için gönderilmişti.


Birkaç enfes günden sonra İstanbul'a döndüm. Herkes benim için çok seviniyordu. Öyle ki, tüm bunlar benim değil onların başına gelmiş gibi mutlu oluyordu kızlar dinledikçe, gördükçe. Yaklaşan sınavlara rağmen güzeldik.

Biraz kızlara dönmemiz gerekirse, yurtta işler şu şekildeydi son günlerde:

Diğer odalardaki kızlar için bizim odamız yurdun kafesi gibiydi. Girmek istedikleri her aksiyon için önce bizim kapımızı çalıyorlardı. Hadi kızlar saunaya, hadi kızlar yemeğe, hadi kızlar fal gecesi yapalım... Gece geç saatlere kadar dolu oluyordu oda misafirlerimizle. Herkesin kendini en rahat hissettiği odaydı bizimkisi. Ki bunda, inadımızla bizim odayı yurtta sigara içilmesine tek izin verilen yer yapmış olmamızın da payı büyük. Özellikle yakın olduğum bir oda vardı ayrıca. Sınıf arkadaşım Hande'nin odası. Odadaki kızların hepsi çok sevimliydi. Sık sık kaçıyordum yanlarına. Sabahları Hande odama dalıp zorla uyandırıyordu okul günleri, beraber gidiyorduk. Haftasonları hava güzelse biraz eğer, yurdun terasında kahvaltı hazırlanıyordu kızlar tarafından. Ben horul horul uyurken Hande benim için de kahvaltı hazırlamış oluyordu. "Kahvaltı hazıııır!!" diye şakıyarak çıkartıyordu beni yataktan terasa koşturmak üzere. Mutluydum.

Selin artık tamamen mini eteklerle, seksi iç çamaşırlarıyla ve aktif cinsel hayatıyla ışıldıyordu. Aradığını bulmuş gibiydi hayatı adına ve mutluydu.

Pelin hala Kemalettin ile birlikteydi. Bir gece Çiçek Pasajında Pelin, Selin, Kemalettin ve ben beraber içtik.  Pelin "Kemoşum!" hitabını dilinden düşürmeden, yavru kediler gibi sırnaşıyordu ve Kemalettin Pelin bir şey anlatırken onu tamamen yok sayıp başka bir şey anlatmaya başlayabilecek kadar üstün görüyordu kendini ilişkide. Tüm bunları korkunç bulsam da Pelin eğer mutlu olacaksa metres gibi bir role sahip olan barbieyi oynayabilirdi ve benim için hiç sakıncası yoktu.

Ama...

Bir akşam Kemalettin ve Pelin enfes bir kavga ettiler. Pelin telefonu kapattığında gözlerinden ateş fışkırıyordu ve sinirden patlamanın eşiğindeydi. "Bana böyle davranmasının intikamını alacağım!" dedi en delikanlı ses tonuyla ve ekledi; "Burak'la yatacağım!"

Burak deneme günlerinde kahve içtiği adamlardan biriydi. Bize geçtiği özete göre çok sinirli, kendini engelleyemeyen, silah filan taşıyan hasta ruhlu bir tipti ve ikinci bir kahve seansı daha yaşamamışlardı. Aldığı bu kararın saçmalığını anlatmak için yırtındık ama Pelin'i engellemek imkansızdı. Burak'ı aradı ve ertesi gece Burak'ın evinde kahve içmek üzere sözleştiler.

...

Buluşma anına kadar kararından vazgeçirmeye çalıştık ama işe yaramadı. Güzel bedenini jartiyer çorapları, seksi bir korse ve enfes bir makyaj ile süsledikten sonra üzerine eşofman takımını geçirdi.

"Burak'ın yanına aklımda yatmak yokmuş gibi bir görüntüyle gideceğim ve gecenin sonuna kadar buna inanacak."

Plan nereden baksan mantıksızdı. Burak gibi bir adamla görüşmek boşuna alınmış koca bir riskten ibaretti. Üstelik Kemalettin ile hala beraberdiler ve bundan haberi olmayacaktı. Bu intikam, sadece bir sır olacak ve kendi içinde skoru eşitlemesini sağlayacaktı. Tüm bunlara rağmen Pelin, Kemoşuna arkadaşlarıyla ders çalışmaya gideceğini söyledi, bizleri öptü ve Burak'ın evine doğru yola çıktı.

Selin'le başbaşaydık odada. Bir süre bu konuda konuşup, sonra kendi halimize döndük. Saat 01.00 sularında telefonum çaldı. Arayan Pelin'di.

- Pelin?
- Victoria, bu saatte dönsem beni yurda alırlar mı?
- Oha, Pelin neredesin, neden ağlıyorsun?! N'oluyor?!
- Buraktayım şu an, geleceğim oraya, bir şekilde beni almak zorundalar saat kaç olursa olsun. Arayacağım sizi birazdan.
- Pelin, sakın telefonunu kapatma ve bir an önce buraya gel.

Telefon kapandı. Pelin'in cümlelerini anlamak çok zordu zira deli gibi ağlıyordu. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken telaşla, Selin'in telefonu çalmaya başladı.

Arayan Kemalettindi.


---

Victoria