28 Aralık 2011 Çarşamba

10 - New Year, New Lover



Olup biten her şey çok yorucu olmaya başlamıştı. Hızlı yaşıyordum. Zamanımı saçma sapan insanlarla dolduruyordum sıkça. Üstelik artık eğlenceli bile değildi. Belki de biraz durulmak için, yeni bir başlangıç gerekliydi.

Temiz bir sayfa istiyorsam, yol arkadaşım temiz biri olmalıydı. İyi kalpli, huzur veren, beni seven.

Marv.

Olup bitenlerin çoğundan haberi yoktu. Gizleme çabası değil, sadece onunla yaptığım muhabbetleri bunlarla doldurmak istemiyordum. Benim için eğlenceli, günün yorgunluğunu attığım süreçlerdi Marv ile muhabbet ettiğim anlar. Ve sanırım artık hayatımın daha büyük bir parçası olmasını istiyordum. Aniden iyi niyetli, beyaz kanatlı bir meleğe dönüştüğüm sanılmasın. Aşkına pratikte karşılık vermek, bencilce bir hamleden başka bir şey değildi aslında. Ki bunu dile getiriş biçimim de bunun apaçık bir kanıtıydı.

"Marv, bak ne diyeceğim. Belki de biraz da senin yolunu deneyebiliriz. Sevgilin olmaya karar verdim. Ancak büyük hayallere kapılma. Tahminimce bu birkaç ay sürecektir en fazla ve kendimi sana adayacağım anlamına da gelmiyor."

27 Aralık 2007, Marv ile bir ilişkiye başladığımız gün oldu. Hiçbir şeyin nasıl gideceği belli değildi. Ama iyi bir fikir gibi gelmişti.

Bu gelişme ile beraber bana yine Kocaeli yolları göründü. Trenden indiğimde Marv dakikalarca kucakladı beni. Aramızdaki otuz santimlik fark sayesinde ayaklarımın yerle hiçbir bağı olmayan bu kucaklamalar, Marv'ın sevgisini en net gördüğüm anlardandır.



Beni mutlu etmek için elinden geleni yaptı bu ziyaretimde Marv, her zamankinden bile fazla. Kocaman bir kestaneli pasta, kırmızı şarap, pudra şekeri ve koca bir kase dolusu çilek, onlarca mum, enfes bir hediye... 2008'i bu şekilde karşıladık Marv'ın evinde. 2008'e dudak dudağa girdik. Koynunda uykuya dalmayı beklerken, ne zamandır ihtiyacım olanın bu olduğunu hissettim tüm kalbimle.

Belki de yeni yıl, bambaşka geçebilirdi bu sayede.

...

Victoria

9 - It's Gonna Hurt A Bit Darling






18 yaşındaydım ve bir ünlüden mesaj almak harika bir şey gibi gelmişti. Sanatına eşdeğer bir imajı vardı B.nin zihnimde. Harika biri olmalıydı ve nasıl olduysa bana mesaj atmak istemişti! 


Birkaç dakika bocaladım. Sonra cevap yazdım. Üç dört mesajdan sonra MSN üzerinden muhabbet etmeye başladık. Kamera açmacalar. Ufak çaplı flörtler. Şimdi düşündüğümde ne kadar komik olduğunu görebildiğim cümlelerle beni etkilemeye çalışıyordu ve ben bunu hoş bulmuştum. Şimdi düşününce "Hep böyle kırmızıdır biraz cumartesi geceleri.........." gibi bir cümlenin sadece yapay ve yersiz olduğunu görebiliyorum.

Her neyse.

Bir süre yazıştık. Doğum gününe birkaç gün kalmıştı. Nasıl kutlayacağını sordum. Benimle kutlamak istediğini söyledi. Keyifle kabul ettim. Doğum gününe dek muhabbetimiz devam etti ve o gün geldiğinde buluşmak üzere bir randevumuz vardı. Akşam Cihangir'de kahve içmek üzere sözleşmiştik ve telefonlaşıp netleştirecektik.

Buluşma günü çok sade giyindim. Buluşacağım adam bir yeniyetme değildi, saçımın modeli veya eteğimin boyu bana bir artı kazandırmazdı, mühim olan içimiz ve beynimizin işleyiş şekliydi. En azından benim düşündüğüm buydu. Düz siyah bir kazak, bir kot, topuklu botlar ve dümdüz saçlar. Fazlaydı bile. Önce Taksim'de eski bir dostumla buluşup bir kahve içtim. Birkaç saat muhabbet ettik. Sonra B.yi aradım.

- Merhaba, benim işim bitti. Nasıl yapalım?
- Ben müsaitim, buluşalım o zaman hemen.
- Tamam, nerede içeceğiz kahveyi?
- Sen atla bir taksiye, beni aradığında tarif ederim.

Telefonu kapatıp İstiklal'i tükettim minik adımlarla. Meydan'dan bir taksiye atladım ve geri aradım.

- Mekanın adını ver istersen artık, şöför beye ileteyim.
- İstersen telefonu ver ben tarif de ederim.
- Tamam.

Şöförle konuşup anlaştılar. Birkaç dakika sonra araba durdu. Tarif edilen yerde olduğumuzu söyledi şöför. Parayı verip teşekkür ederek indim taksiden. Etrafta ne bir bar, ne bir kafe vardı.

- B. ben tarif ettiğin yerdeyim. Ancak hiçbir mekan göremiyorum etrafımda?
- Evde daha rahat zaman geçiririz diye düşündüm. Otomatiğe basıyorum hemen. Gel yukarı.

Bundan hiç hoşlanmadım. Zira hiç dürüst bir tavır değildi. Çocuk kandırır gibi plan yapmak tek kelimeyle adiceydi. Ama yukarı çıkmadığım takdirde paranoyak sorunlu kızlar gibi hissedecektim kendimi ve bu daha sıkıcı geldi. "Hadi bakalım" dedim ve asansöre atladım.

Evi güzeldi. Keyifli döşenmişti ve birçok tablo vardı her tarafta. Çift kişilik deri koltuğa oturup bir sigara yaktım.

- Rakı?
- Kahve içmek için sözleştik.
- Peki, sana kahve koyuyorum. Ben rakıdan gideceğim mahsuru yoksa.

Kahvemi getirip yanıma oturdu. Bir yandan sehpadaki çizimi tarıyordu. Muhabbeti kesinlikle keyifli değildi ve orada olmak hoşuma gitmemeye başlamıştı. Sürekli ünlü insanlarla yakın ilişkileri olduğunu, tanınan bir adam olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Beklediğim kesinlikle bu değildi. Sanattan, kitaplardan, resimden söz edeceğiz ve çok iyi zaman geçireceğim sanıyordum. Oysa karşımda kendini beğendirme çabasında, bomboş bir herif vardı. Mide bulandırıcı. Sonra beklenen muhabbet başladı.

- Kız arkadaşım olsana.
- Ahah. Ne dediğinin farkında mısın?
- Farkındayım tabii. Beraber zaman geçiririz. Burada kalırsın sık sık. Bir şeyler paylaşırız.
- İsteklerimizin aynı olduğunu zannetmiyorum. Ayrıca zaten çeşitli taleplerini tatmin edemeyeceğim için, bunu sen de istemezsin. Emin ol.
- Bakire misin? Olsun. Başka şekilde yaparız?



Bu kadar iğrenç olmak için çok çaba sarf ediyor olmalıydı. Konuyu kapattım. Birkaç dakika süren bir sessizlikten sonra kenardaki tekli koltuğa geçti. Bir kolunu koltuğun yanına attı. Diğer kol koyma yerinde laptopu duruyordu. 


- Gelsene bir şey izleteceğim, çok keyifli.

Yanına dikildim.

- Otur yahu.

Kucağına oturmayacaktım. Oturacak başka bir alan da bırakmamıştı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Ekrana bakarken ben, kemerini çözmeye başladı.

- B. ne yaptığını zannediyorsun?
- Ya..
- Sana sakso çekmeyeceğim, daha net olabilir miyim bilmiyorum.
- Ya sadece biraz yaklaşsan da olur. Çok güzelsin. Lütfen.

Gözlerimi gözlerine diktim. Daha ne kadar saçmalayacağını merak ediyordum. Yalvarmaya devam etti. Bir silahım olsa onu vurmayı düşünebilirdim. Bir silahım yoktu. Ama bunun onun için acısız bir anı olarak kalmasına müsade etmedim.



Eğildim. Birkaç saniye kadar mutlu olmasına izin verdim ve sonrasını dişlerimin uygulayacağı basınca bıraktım.

- Aahhhhhhhhhhhhhhh!! Ne yapıyorsun Victoria, çok acıdı!
- Eh, acır.



Ayağa kalkıp ceketimi giydim.Telefonumu, sigaramı vb. çantama tıkarken ayağa kalktı.

- Nereye gidiyorsun? Tamam özür dilerim. Hiçbir şey yapmayalım ama gitme, lütfen!

Pantolonu ayaklarına kadar inmişti ve toparlanmaya çalışarak yalvarırken çok zavallı gözüküyordu.

- İyi geceler B.

Kapıyı açıp asansörü çağırdım.

- Yolu unutmazsın, yine gelirsin değil mi?

Gülüp asansöre bindim. Apartmandan çıkarken midemde rahatsız edici bir bulantı ve gözlerimde yaşlar vardı. Yurda varana dek sinirimden ağladım.

İnsanlar bu kadar iğrenç olmamalıydı.


...

Victoria


26 Aralık 2011 Pazartesi

8 - Bir Yeni Mesajiniz Var!







Marv ile dolu dolu geçen iki günü detaylandırmadan tanımlayacağım, çok ama çok keyifliydi. Sabah yatağa getirdiği kahvaltılar, izlediğimiz filmler, bolca öpücük, bolca kahkaha.


Yurda döndüğümde bunları anı anına dinlemek için can atan bir kız grubuyla karşılaşmam şaşırtıcı değildi. Ben anlattıkça onlar çıldırdı keyiften. Marv ile sevgili olmak zorundaydım, bu adamı kaçıramazdım, heyetin kararı bu yöndeydi. "Bekleyelim görelim kızlar"dan başka bir savunma bulamadım. Bu onları bir süre oyalamaya, beni de düşünmeye yetecek zamanı sağlardı.


Bu esnada yurtta olup bitenler de enteresandı. Selin açıldıkça açılıyordu. Eski öğretmeniyle aktif bir seks hayatı vardı, bir yandan da çocukluk aşkıyla mesajlaşmaya başlamış, heyecandan etekleri zil çalarak dolanıyordu bütün gün. Bir kadın olarak özgürlüğünü eline almasının bu şekilde yaşamak anlamına gelmediğini anlatmak faydasız olacaktı. Kendi hayatı hakkında kendi kararlarını kendi versin istedim sanırım, ya da uğraşmaya değer görmedim, bilmiyorum. Eleştirilerimi kendime sakladım.


Pelin ise sayısız kahve seansından sonra kimle beraber olacağına karar vermişti. Kemalettin'e kapağı atmanın onu iyi bir yere taşıyacağına emindi. Adam bizden 8-10 yaş büyüktü. Çok zengindi. Evindeki her obje sipariş üzerine yapılmış, özel imalattı ve bunları anlatırken Pelin kendinden geçiyordu. Hayalindeki iş adamını bulmuştu. Ve bu Pelin'i alışık olmadığımız bir formatta izlememizin yolunu açtı. Yurtta erkek gibi oturup, delikanlı kız jargonuyla muhabbet eden, o çok eğlenceli kız telefonda "Kemooşuğğm" hitabını ve tüm cümlelerini bebek sesiyle dile getirdikçe aklımı yitirecek gibi hissediyordum. Yurtta Anadolu içen hatun, Marlboro alıyordu Kemalettin'le buluşacağı günler. Her şey hastalıklı bir dizi setinde gelişiyordu sanki, ben de "Herkesin kendi hayatı." kanununa sırtımı dayayarak arkadaşlığımı sürdürüyordum. Haftalar böyle geçti. Selin'in hızlı seks hayatı, Pelin'in abartılı Barbie bebek tavırları, Marv'la internette ve telefonda süren sohbetlerimiz ve yaklaşan sınavlar...


Hala sevgili olma konusuna çok yanaşmıyordum. Her şey güzeldi ve Marv'la aramdaki şeyin arkadaşlıktan farklı olacağı belliydi. Ama bir ilişki içine girmek nedense çok cazip gelmiyordu. Kapılarımı kimseye kapatmak istemiyordum sanırım. Ama acelem yoktu, zaman her şeyi belirleyecekti zaten. Kendimi zorlamanın ne anlamı vardı ki? Hayat fena ilerlemiyordu. Marv uzağımdayken de benim için yaşıyordu. Sabah uyanmam gereken saate alarmını kurup, beni arayarak güzel cümlelerle uyandırıyor, ağzımdan çıkan her şeyi hayat gayesi belirliyor, beğendiğimi duyduğu ne varsa alıp yurda gönderiyor, kısacası beni mutlu etmek için yapabileceği her şeyi yapıyordu. Kızlarla da zaman fena geçmiyordu. Eğer üçümüz de yurttaysak, bolca gülüyor, dedikoduyla, bakımla, filmlerle zamanımızı eğlenceli kılıyorduk. Hiçbir şey olmadığında da bolca kitabım, müziğim ve internetim vardı zaten. Zaman bir şekilde doluyordu.


Bir akşam, odada tek başıma zaman öldürürken Facebook'da bir yeni mesaj bildirimi gördüm. Kim olduğunu görmek için mesaj kutumu açtığımda, şaşkınlıktan birkaç saniye ekrana bakakaldım kımıldamadan.


Yıllardır dergilerde çizimlerini gördüğüm, sayfalarını kurcaladığım çizer B.B.'dandı mesaj.

"Sıkıcı bir akşam değil mi?"





***


Victoria

25 Aralık 2011 Pazar

7 - The First Touch





Keşke hafızam tüm detayları anımsamama yetecek kadar kuvvetli olsaydı...

***

Marv ile evine gittiğimizde, olup biteni hızlıca anlattım. Önemsiz bir şeyi, geçiştirerek tarif edersiniz ya, aynen o şekilde. Sonra beraber film izlemece, muhabbet etmece, standart zaman doldurma aktiviteleri.



Ve her şeyi başlatan ilk dokunuş...



Ellerinin ne kadar şefkatli dokunduğunu anlatmamın bir yolu yok. Gözlerime baktığında, kalbinin içini görmeme izin veriyordu adeta ve dudakları bana korkarak dokunuyordu resmen. Ayaklarımda hissettim tutkulu öpüşlerini. Bacaklarım elleriyle ısındı. Tenlerimiz birbiri için yaratılmıştı ve tüm hislerim karma karışıktı.. Dakikalar sonra göğsüne başıma yaslayıp yatarken, neler hissettiğimi nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Farklıydı. İki küçük çocuktuk karanlık, soğuk bir sokakta kaybolmuş. Ve birbirimize sarıldığımızda ısınmak için, güneş ele geçirmişti sanki sokağı. Sanki ellerim sadece onun güzel sırtında, göğsünde, kollarında dolaşmak için vardı artık. O varken bana hiçbir şey olmayacağını hissettim. Ait olmam gereken yerin, onun yakınlarında bir yer olduğunu. Ne kadar güzel olduğunu göremiyordum o ana kadar, o an ise ne kadar güzel olduğunu yaşayarak fark ettiğim an olmuştu.


Ve her şey değişecekti. Bir şekilde görebiliyordum.

Bana anlattığı bir hikayeyi hatırladım. Kralına duyduğu sadakat için, itaat için bir adamın sergilediği dokunaklı bir olayı anlatıyordu hikaye. Kralı için çok şey ifade eden bir nesneyi, bir felaketten koruyabilmek için yardığı karnına yerleştiren bir adam... Ve hayatta sahip olmak istediği rolün bu olduğunu anlatmıştı. Duyduğu aşkı ve sevgiyi, elinden gelecek her tür fedakarlıkla taçlandırıp, hayatını adamak... Bunun ne kadar özel bir şey olduğunu nasıl fark edemediğime şaşırdım. İyice sokulup omzuna bir öpücük kondururken, beni her felaketten koruyacak dünya güzeli bir savaşçı bulduğumu biliyordum.






Victoria



23 Aralık 2011 Cuma

6 - Her Little Trick



"Marv, benim Victoria. Ufak bir sorunumuz var ve sen bana yardım edeceksin.

"Ne oldu? İyi misin? Neredesin?!!"

"Sakin ol. İyiyim. Ama buradan ayrılmam gerekiyor.Tam beş dakika sonra beni arayacaksın, mutlaka gelmem gerektiğini, isimlerini uyduracağın birkaç kız arkadaşımın sürpriz yapıp geldiğini, beni beklediğinizi söyleyip benim itirazlarıma ısrarla karşılık vererek ikna olmamı sağlayacaksın. Beş dakika sonra telefonunu bekliyorum. Öptüm."



Telefonu kapatıp içeri döndüm. 


"Ya çok acıktım. Gece uzun, bir şeyler mi atıştırsak?"


Suratındaki hayal kırıklığı ve anlamlandıramama karışımı ifadeyi örtbas etmeye çalışarak giyinmeye başladı. Üzerime elbiseyi geçirip salona indim.


"Ya da yemeği birazdan da yiyebiliriz, hadi kahve içelim."


Kettle hiçbir işimize yaramayacak olan suyu kaynatırken bir sigara yaktım. Jim'e salondaki koltuğa yayılıp saçma sapan şeyler anlatıyordum ki, telefonum çaldı.

"Efendim? İyidir Marv, senden naber? Jim'leyim bugün hayırdır? Ne? İnanmıyorum! Ciddi misin? Kim kim? Ahah, sözkonusu Hande olunca şaşırmamak lazım gerçi, toplamıştır bütün tayfayı gizli saklı, sürprizlerin kadını. Ama gelmem mümkün değil, yarın akşam yapsak? İkna edersin sen kızları? Ya cidden kalkıp gelemem şimdi, önceden planlamıştık bu akşam beraber zaman geçirmeyi Jim'le. Ya hayır hayır verme telefonu kızlara! Ya!!... Selam Hande. Üstün zamanlamandan dolayı kutluyorum seni, ama cidden gelmem çok zor, yarın dönmeseniz? Evet. Biliyorum. Biliyorum Hande farkındayım. Of... Tamam Marv'a söyle, yirmi dakika sonra beni Acısu'dan alsın. Görüşürüz."

Konuşmam boyunca saniye saniye suratı düşen Jim'e ıslak kedi yavrusu bakışlarımı yöneltip abartılı bir şekilde rolümü oynadım. Biraz bozuk attıktan sonra bir şeyin değişmeyeceğini fark etti ve giyinip evden çıktık. İşin içinde bir şeyler olduğunun farkındaydı, yapabileceği bir şey olmadığını da bildiği gibi.

Acısu'daki karşılaşma birkaç dakikalık bir gerginlik olarak özetlenebilir. Marv ile karşılaştığımızda Jim'e hızlıca sarılıp teşekkür ettim. Marv ile aramızda iki metre kadar bir mesafe vardı ve ikisi de bana değil, delici bakışlarla birbirlerine bakmaktaydılar. Koşturarak Marv'ın yanına gittim ve hızla ilerlemeye başladık.

Yeterince uzaklaştığımızda Marv yürümeyi kesip ciddi bir tonla sordu;


"Victoria, tam olarak neler oluyor?"

"Önemli bir şey yok, evde özetlerim. Karnım çok aç, evde yiyecek bir şeyler var mı?



***




Victoria

20 Aralık 2011 Salı

5 - Jim and the Big Fail




Cumartesi akşamını Marv ile Kadıköy'de ufak bir barda geçirdik. Sürekli beni güldürüp ne kadar güzel olduğumu söylemekle görevlendirilmiş gibiydi her saniyemizde. Ertesi gün Kadıköy'de buluşup beraberce Kocaeli'ne gitmek üzere anlaştık beni vapura bindirmeden önce. Vedalaşırken yine dakikalarca sarıldı, birkaç saniye içerisinde sıkıldığım halde kırılmasın diye sesimi çıkarmıyordum bu kucaklaşmaların hiçbirinde.

Pazar sabahı duştan çıkıp yarısı mavi, yarısı siyah saçlarımı fönledim. Bütün vücudumu parfümlü kremlerle ovalayıp, en çekici iç çamaşırlarımı seçtim. Siyah bir elbise giyip makyajımı tamamladığımda karşıya geçmeye hazırdım. Hazırladığım çantamı alıp, kızlara tek tek sarıldım. İdareye inip evci formunu doldurup Kadıköy'e doğru yollandım. Marv'la beraber Haydarpaşa'ya gidip biletlerimizi aldık. Yolculuğumuza birkaç saatimiz vardı. Marv bir arkadaşının kafesine gitmeyi önerdi. Marv'ın ağzından adı düşmeyen bir arkadaşı vardı, sanki idolü gibiydi. Benden on beş yaş büyük, Carl adında bir adam. -Ki Carl, bir süre sonra hikayemizin önemli kahramanlarından biri olacağı için, bu adı tekrar duyacağınızı belirtmek isterim.- Carl'ın bir dönem beraber olduğu, şimdiyse aile gibi oldukları bir de kız vardı, Mandy. Mandy'nin sahip olduğu kafeye gitmeyi kabul ettim. Kafede bir şeyler içip biraz zaman geçirdikten sonra, Marv Mandy'den Carl'ın anahtarlarını aldı. Carl'ın evine gidip biraz da orada zaman geçirdik başbaşa. Ve yolculuk saati geldi.

Trene atlayıp Kocaeli yoluna düştük. Marv'ın her saniye bana gözünü ayırmadan hayran hayran bakması sıkıcılaşmaya başlamıştı. Uyumayı denedim.

Kocaeli'ne vardığımızda Jim beni beklemekteydi. Marv'a hızlıca sarılıp ertesi gün görüşmek üzere vedalaştım ve koşarak Jim'in yanına gittim. Marv için bunun ne kadar kırıcı olduğu çok da umurumda değildi. Şimdi düşününce bunun ne kadar ağır bir durum olduğunu anlayabiliyorum.

Jim güzel bir adamdı. Ancak onu hep arkadaşım gibi görmüştüm ve bir süredir içinde bulunduğumuz hale alışmak yanyanayken biraz zor geldi. Ama Jim çok da zorlanıyor gibi gözükmüyordu. Eve gidip biraz muhabbet ettik. Sonra bana bir sürprizi olduğunu söyleyerek elimden tutup odasına götürdü.

Şehrin ışıkları ve deniz ayağımızın altında gibiydi. Çift kişilik bir salıncak-koltuk manzaraya karşı çekilmiş, iki kadeh ve bir şişe kırmızı şarap önceden temin edilmişti. Güzel bir müzik açıp kadehleri doldurdu. Şarap eşliğinde muhabbete devam ettik yavaş yavaş sallanarak.

Bakireydim ve ilk deneyimimi aşkla yaşamak gibi bir arzum vardı. Ama sevişmekte bir sakınca görmüyordum. Cinsel arzu bastırmamız gereken bir şey değildi. Sadece bazı şeylerin ilki özel olmalıydı. Kafamdaki buydu. Her haltı yedikten sonra bakireyim demenin peşinde değildim. Bakire olmanın bir övünç kaynağı olmasını da hiçbir zaman anlamamışımdır. Bunu evlenene kadar sürdürmek gibi bir amacım olmasa da, aşık olana kadar bekleyecektim. Jim'e karşı ise aşkı bırak, hoşlanmaya yakın bir duygum bile yoktu. Sadece flört keyifliydi ve tatmin olmaya ihtiyacım vardı.

Birkaç kadeh sonra beklenen an geldi. Dudaklarıma doğru eğildi. Öpüşmeye başladığımızda hiçbir şey hissetmiyor oluşum şaşırtıcıydı. Bir süre sonra düzeleceğine kanaat getirip devam ettim. Yatağa geçtik. Ne beni soyuşu esnasında, ne dudakları vücudumda gezerken hiçbir şey hissetmedim. Tanrım, otobüs durağında sigara içerken bile daha fazla zevk alabilirdim o ana kıyasla. İçinde bulunduğum devasa hayal kırıklığı ve can sıkıntısı destansı boyutlardaydı. Birkaç dakika sonra dayanamadım. 



"Şey, bir saniye dursana. Sıkıştım. Lavaboyu kullanabilir miyim?"

"Iıı.. E tabi.. İleride solda..."

Çaktırmadan telefonumu elime alıp banyoya koştum. Kapıyı kapadığım gibi elim arama tuşundaydı.

"Marv, benim Victoria. Ufak bir sorunumuz var ve sen bana yardım edeceksin."



...

Victoria


19 Aralık 2011 Pazartesi

4 - Jim Joins the Story





Değişimin iyi ya da kötü oluşu tartışılır, ama kaçınılmaz olduğu su götürmez bir gerçek.

Selin'le sabahlara kadar yaptığımız konuşmalar kısa süre içinde meyve vermeye başladı. Selin'in bir kadın olarak, bir birey olarak güçlü ve özgür bir duruşa sahip olması için geçirdiğim uykusuz saatlerden, ağrıyan boğazımdan ya da sarf ettiğim çabadan pişmanlık duymuyordum. Zira bir hemcinsimi o şartlarda hayatına devam eden mutsuz bir genç kadın olarak görmek beni daha çok yıpratıyordu. Üstelik bastırıldıkça, özgürlüğünü yanlış yerlerde aradığını öğrenmek beni şaşırtıyordu detayları öğrendikçe. Bana geçmişini açtıkça öğrendiğim kadarıyla; sevgilisinden yediği tokatlardan sonra gizlice öğretmenleriyle vb. ilişkiye girip, olmadık insanlarla yaşadığı gizli saklı kaçamaklarla kendini rahatlatmaya çalışıyordu yıllardır. Ve tüm bunları ufak bir şehrin kendi halinde bir köyünde yapıyordu.Bunun da çok akıllıca bir yöntem olduğunu söylemek zordu.

Selin'in Mehmet'i terk edişi kendisi için attığı en mantıklı adım ve bizim için de bir kutlama sebebiydi. Özgür kaldığı gibi lisedeki öğretmenlerinden biriyle görüşmeye başladı. Çok doğru gözükmese de, en azından ilişkideki rolünün çok daha farklı olması sebebiyle ses çıkartmadık. Zaten hayat onun hayatıydı, tek öğrenmesini istediğimiz de bu değil miydi?

Pelin de aynı zamanlarda bir erkek arkadaşta karar kıldı. Kemalettin bizden yaşça oldukça büyük, kendi işinin sahibi, çok zengin bir adamdı. Pelin yurt içerisinde bizlerle zaman geçirirken ne kadar dobra, eğlenceli bir kadınsa, erkeklerin içindeyken bir o kadar yapay bir kadına dönüşüyordu. Çocuk sesiyle konuşan, ne dese onaylayan, kendini zarif ve güzel göstermek için her şeyi yapan bir kadına. Aramızda sağlam bir dalga konusuydu bu, gülmemizi ve şakalarımızı kırıcı bulmadığından, sorun yoktu.

Kızların dışında, benim de hayatım bir şekilde akıyordu. Sınavlar daha başlamamıştı, bekardım, bir sürü flörtüm vardı ve keyfim yerindeydi. Marv'ın varlığı da beni keyifli kılıyordu. Son günlerde Jim ile çok sık konuşuyordum. Jim yıllardır online olarak arkadaşlık ettiğim, birkaç kez de yüzyüze zaman geçirdiğim bir arkadaşımdı. Ancak son zamanlarda iş biraz flörte dönmüştü, benim de bu tip bir muhabbete ihtiyacım var. Marv ile Jim'in kocaman bir ortak noktası vardı: Kocaeli. İkisi de orada yaşıyordu ve Marv Kocaeli'ne gidip misafiri olmamı çok sık teklif ediyordu. Benimle zaman geçirebilmek tek gayesiydi. Belki de kısa bir Kocaeli tatili hem ikisiyle de zaman geçirebilmemi sağlar, hem de eğlenceli olurdu. Düşünmeye değerdi.

Bu fikrimi Marv'a açtığımda çok mutlu oldu. Önce Jim ile koca bir günü ve geceyi geçireceğimi biliyordu. Bunun onu mutsuz ettiği de aşikardı. Ama sonrasında ben vardım. Daha ne dileyebilirdi ki?

Kocaeli yolculuğumdan bir gün önce İstanbul'a gelmeyi, benimle İstanbul'da zaman geçirmeyi, ertesi günde Kocaeli'ne beraber dönmemizi teklif etti. Kulağa güzel geliyordu. Gelmesini söyledim.

Her zamanki dakikliği ile aradı beni söylediği gün ve saatte, İstanbul'daydı.


Victoria

18 Aralık 2011 Pazar

3 - New Sisters



Marv'la görüşmüş olmak içimdeki duygularda bir değişiklik yaratmamıştı. O hala eğlenceli, zaman geçirilesi bir adamdı ve fazlasını istemiyordum. O ise bana her gün daha da bağlanıyor, daha da üzerime düşüyordu.

Hayat pek fena sayılmazdı. Okulun ilk senesi olduğundan dersler pek zorlamıyordu. Kaldığım yurt özel bir yurttu ve lüks olduğu söylenebilirdi. Kızlarla terasta kahvaltı edip, saatlerce kahve - sigara sefası yapıp, akşamları sauna ile şenlendiriyor, sonra odalarımızda bir süre daha muhabbet edip yataklarımıza yollanıyorduk. Benim günüm çoğundan daha geç bitiyordu. Herkes yattığında, laptopun başına geçiyordum.

Odamdaki kızlarla aram oldukça iyiydi. Pelin'in aşk maceralarını dinlemek çok eğlendiriyordu mesela beni. İlk tanıştığımız gün bir görüşülecekler listesi vardı ve adamların her biriyle tek tek kahve içmeye gidip sonra gözlemlerini bizimle paylaşarak sevgilisi olacak adamı belirleme yolunda kendince ilerliyordu. Selin ise ilk başlarda sergilediği biraz sakin, basık tutumu üzerinden attıkça bazı şaşırtıcı şeyleri keşfediyordum. Yıllardır beraber olduğu bir adam vardı ve adam ona hayvan gibi davranıyordu. Düz, kapalı kıyafetlerinin; ders dışında yurttan çıkmayışlarının sebebi oydu. Sevgilisi Mehmet'ten dolayı hayatı baskı altında geçiyordu hayır, bu rutinden mutlu değildi. Ama alışkanlık nasıl bir denizdir bilirsiniz. Denizden dışarı çıktığınızda sizi enfes bir plajın kucaklayacağını bilseniz de, vücudunuzun alıştığı ısıdan, suyun yumuşaklığından ayrılmak istemezsiniz bir süre. Su dalgalı da olsa, ısısı tatmin edici olmasa da, plaj tüm cazibesiyle beklese de sizi ve her şeyden öte, yüzmekten ölesiye yorulsanız da çıkmak istemezsiniz. Zira korkarsınız. Yeni bir düzen, risk demektir. Tanıdığınız karanlık, boğucu sular bile, riskli olandan daha cazip gelir.

Selin için işler bu kanuna uygun ilerliyordu. Oturup ağlamayı, yeni bir sayfa açmaya tercih ediyordu. Neredeyse her gün, saatlerce ona ne kadar güzel bir kadın olduğunu, zeki olduğunu, kimseye muhtaç olmadığını ve ona böyle davranabilen bir insanı hayatında tutmaması gerektiğini anlatıyor, korkularının yersiz olduğunu göstermeye çalışıyordum.

Bunun dışında muhabbet sık sık Marv'a geliyordu, zira kızlar nedense onunla olmam konusunda aşırı ısrarcıydılar. Bir sonraki görüşmemiz, bir konuşma arasında çiğköfteyi ne kadar çok sevdiğimi söylediğim Marv'ın oturup, öğrenip, elleriyle bana hazırladığı çiğköfteleri İstanbul'a getirmesi ile gerçekleşti. Ve tüm bunlar benim değil, kızların kalbini çalıyordu inatla. Arkadaşlık güzeldi, fazlasıyla işim yoktu.

Hem sırf bana aşık diye, birine aşık olamazdım durduk yere. Değil mi?

...

Victoria


16 Aralık 2011 Cuma

2 - Face to Face



Yurtta kalanlar bilir, kızlar arasında saçma bir ilişki vardır. Herkes herkesin her şeyine dahil olmaya çalışır. Hele ilk aylar, kalabalık bir ailenin onlarca kız çocuğundan biriymiş gibi hissedersiniz...

İşte bizde de işler böyleydi. 



Yurttaki hatunlar Marv'la aramda bir şey olmasını nedense çok istiyorlardı. Buluşma günü duştan çıktığımda hepsi birden üzerime atlayıp beni parfümlere, kremlere boğdu. Teki saçımı kafasına göre şekillendirirken birkaç tanesi ne giyeceğimi seçmeye çalışıyordu. Makyajımı yapıp beni biraz rahat bıraktıklarında, aynadaki kadın pek de benim tarzım değildi açıkçası.

Hayatta giymekten en nefret ettiğim renk olan sarı bir bluz ve sarı babetimsi ayakkabılar, siyah kot, siyah deri ceketim ve fönlü uzun saçlarım... Görüntüden hiç hoşlanmasam da, kızları kırmak istemedim. Ne de olsa Marv'ı etkilemek gibi bir çabam ve ihtiyacım yoktu.

Taksim'e gittim.

Beni gördüğünde gözlerinin aldığı parlaklığı görmeliydiniz. Dakikalarca sarıldı.

-Marv çok açım! Yabaniler gibi saldırabilirim herhangi bir yemeğe şu an. Hadi bir yere dalalım.

Burnumuzun beynimize hükmetmesine izin verdik ve ayaklarımız bir köfteciye doğru adım atmaya başladı. Karnımı doyururken biraz zorlandığımı itiraf etmem gerek zira beni güldürmek için her şeyi yapıyordu ve sanırım ağzından çıkan her şey fazlasıyla komikti.

Doyduktan sonra turladık İstiklal'de. Kiliseye dalıp birer mum yaktık. Benim dileklerim arasında Marv'ın adı geçmiyordu. Onunsa tek dileği olduğumdan emindim. Kiliseden ayrılıp yürümeye devam ettik. Tek sıkıntım babetlerin ayağımı mahfetmesiydi. Kolumdan tutup "Hadi gel!" diyerek 45'lik adlı mekana götürdü beni. Muhabbet orada da devam etti. Bir yandan birasını yudumlarken, diğer yandan acıyan ayaklarımı ovuyordu ve saatler hızla geçti.

Ben çok küçükken, her mutsuzluğumda, küskünlüğümde babam eve elma şekerleriyle gelirdi. Elma şekeri, bana karşı kullandıkları mutluluk veren sihirli değnekleriydi ailemin. Bu yüzden olsa gerek, daima en sevdiğim şeyler listesinde bulunur elma şekeri maddesi. Mekandan ayrıldığımızda Marv bir yere dalıp bana iki elma şekeri aldığında, gülümsememi engelleyemedim. Aramızdaki otuz santimlik boy farkını parmak uçlarımda yükselerek hafifletmeye çalışıp saçlarını sevdim keyifle.

İkimiz de çok keyifliydik ve bu harikaydı. Ara bir sokakta satılan oyuncakları gördüğümde onu da çekiştirerek koştum tezgaha doğru. Oyuncak bir kuzu gördüm, karnına basınca meelemeye başlayan ve tanrım, ciddi anlamda çok şirindi. Marv'a saçlarının hafif kıvırcık duruşundan ötürü kuzu diye hitap ettiğim ikimizin de aklına geldi ve gülmeye başladık. "Adını Marv koy" diyerek aldı kuzuyu bana. Tam o sırada gözüm dünya tatlısı bir kaplumbağaya takıldı. Gurur duymuyorum ama bencilin tekiydim o zamanlar ve "Marv, bu benim olmalı!" derken yüzümün kızardığını söyleyemem. "Sen nasıl istersen" dedi ve kaplumbağa da kucağımdaki kuzunun yanındaki yerini aldı. Beni otobüsüme bindirmeden önce dakikalarca kucakladı yine, yurda döndüğümde arayacağıma söz vererek vedalaştım.

Cebindeki son parayı kaplumbağaya verdiği için arkadaşının evine dek uzun bir mesafeyi yürümek zorunda kaldığını ve şehrine dönmek için arkadaşından borç alması gerektiğini çok sonraları öğrendim...

Victoria


15 Aralık 2011 Perşembe

1- Merhaba Marv



Kendimi bildim bileli hep grubun biraz dışında kalandım. Bunu "Ben eziktim, ben yalnızdım!" olarak algılamayın. Aksine, bazı şeylerim çok abartılı düzeydeydi, diğerlerine göre. Bu etrafımda çok insan olmasını engellemese de, bazı şeyleri sahte kılıyordu sadece. Saçımın renginden, özgürlüğümden ve istediğimi alma hakkımdan başka hiçbir şeyi önemsemeyen bir imajım vardı. İnsanların büyük bir kısmının benden nefret etmesini, duygusu nefret boyutunda olmayanların da en azından dedikodumu yapmasını sağlamaya yetiyordu bu.. Ancak bunun yanı sıra çok okuyan, başarılı, beyin sahibi ve enteresandır kullanmasını bilen biri olmam, sanırım biraz dengeliyordu. Tek sorun, erkekler konusunda asla ciddi olmayışımdı. Kimseye vurulmadım demiyorum. Ardından köpekler gibi ağladığım bir sürü delikanlı oldu, evet utanmıyorum, bildiğiniz köpekler gibi ağladım. Ancak bu hareketlerimi değiştirmiyordu. Sadakat kelimesinden bihaber, sadece kendi keyfinde, bencil kadının tekiydim aşk mevzularında. Ve asla değişmeyeceğime dair sonsuz bir inancım vardı, içten içe bazen endişelenmemi sağlasa da.

Yurda yerleştiğimde, unutmaya çalıştığım biri vardı. Yaşadığım şehirden kurtulduğuma memnundum ve tek arzum bir an önce yeni düzene alışabilmekti. Odada üç kızdık. Selin, Pelin ve ben. Selin sarışın, son derece içine kapanık görünen ama eğlenceli bir kızdı. Pelin ise tam anlamıyla tikky diye tabir ettiğimiz kızlardandı. Son derece güzel olmasına rağmen daha da güzel olmak için 999 ayrı ürün kullanan kızlardan. Bense o yaşımı ufak bir gothic bebek olarak geçiriyordum. Birbirimizden çok farklı görünmemize rağmen, yanyanayken çok eğleniyorduk. Eh, sürekli yanyana olmamız da işleri kolaylaştırıyordu diyebilirim.



İlk haftalar okul, dersler, İstanbul'daki eski arkadaşlarla buluşmalar, kızlarla sabahlamalar ve internet ile geçti. Alışması zor bir rutin değildi, zevkli olduğu bile söylenebilir. İnternette çokça zaman geçirdiğim bir yabancı forum vardı. Türklerin de aktif olduğu forumlardan. Sürekli geyik yapan kendince bir grup oluşturmuştuk forum içerisinde. Gün içinde gelen 888 adet iltifat - tanışma talebi tarzı mesajlar da sanırım egomu kuvvetlendiriyordu ve şikayetçi değildim. Tüm bunlar benim için oldukça keyifli zaman öldürme ritüelleriydi. Derken bir gün çok sıkıldığım bir ara, bir mesaj geldi. Bir tanışma çabası olduğu belliydi ama çok sevimli, komik bir dille yazılmış bir mesajdı. Aylak zamanımda olduğumdan olsa gerek, cevapladım. Derken muhabbet uzadı, uzadı, uzadı, uzadı. Msn'e taşındı, orada da devam etti. Sabahın ilk ışıklarında yatağa yollanırken okula birkaç saatlik uykuyla gideceğim için pişman değildim.

Adına Marv diyeceğim. Benden üç yaş büyüktü. Çok eğlenceli bir adamdı. Ayrı şehirlerdeydik ama aramızdaki mesafe 2-3 saat kadar kısa bir süreydi. Konuşmalarımız her günümüzün rutini haline geldi. Keyifli bir arkadaştı. Ve bana tutulmuştu, tüm kalbiyle.

Bense hala aynıydım. Aşkla meşkle bir alakası yoktu gözümde durumun. Zaten kalbimi yeni ezmişlerdi ve bana önem veren adamlara tutulmak gibi bir alışkanlığım hiçbir zaman olmamıştı. Sadece varlığı bana iyi geliyordu. O kadar.

Birkaç hafta sonra, İstanbul'a geleceğini söyledi. Görüşme planları yapıldı. Cumartesi günü yanımda olacağı için son derece heyecanlıydı. Cumartesi günü yanımda olacak olması, umurumda bile değildi. Uzağımdayken de gülüp eğleniyordum işte, ne önemi vardı ki?

Cumartesi sabahı telefonun sesine uyandım. Marv arıyordu. Gelmişti belli ki. Telefonu sessize alıp uyumaya devam ettim. Uyandığımda bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Hiçbirine cevap verme gereği duymadan kahvaltı edip kızlarla film izledim. Yapacak şeyler tükendiğinde - ki akşam çoktan olmuştu- Marv'ı aradım.

- Victoria?
- Selam! Uyumuşum çokça. Görmedim telefonu da sessizde kalmış. Naber bakalım?
- İyiyim, İstanbul'dayım..
- Tamam, bir saat sonra Taksim'de buluşalım.

Telefonu kapatıp duşa girdim. Gecikecek olmak umurumda değildi. Bekletmek, yapmamam gereken şeyler listemde bir numaralı madde olmamıştı hiçbir zaman.

Ve bekleyeceğine dair şüphem yoktu.




Victoria






14 Aralık 2011 Çarşamba

0 - Bir yerden baslamak lazım




Ben Victoria. 22 yaşındayım. Geçmişimde yaşadığım her şeyi tüm sıkıcılığıyla sırtımda taşıdığım ve şu anımı da tüm bunlara takılarak çekilmez hale getirdiğim için, bu yükten bir şekilde kurtulmaya karar verdim. Ve merhaba, hikayemle beraber buradayım.

Hikayeye üniversitedeki ilk senemden başlayacağım. İstanbul'daki ilk senem, yepyeni bir şehir, yepyeni bir okul, yepyeni insanlar ve aşk... Blogun %90'ı duygusal hayatımdaki iniş çıkışlardan ibaret olacağı için, ilgilenmeyen arkadaşlar tam olarak bu cümleden itibaren okumayı bırakabilirler. Geriye kalanlara ise söyleyebileceğim iki kelime var, dünyama hoşgeldiniz.


Kim olduğumun bilinmesine gerek yok, kimse tarafından. Önemli olan yaşantıdır, önemli olan anılar. O yüzden kendimle ilgili detaylardan kaçınacağım ve karakter isimleri ve bağlantılı şehir isimlerini değiştirebilirim... Ancak 'hikayenin aslı'nda hiçbir oynama olmayacağına emin olabilirsiniz.

Bu ilk post sadece önsöz niteliği taşıyor. Bir sonraki posttan itibaren ise, öyküm başlıyor.

Okuduğunuz için teşekkürler.

Victoria