31 Ocak 2012 Salı

20 - God, are you kidding me?







Ertesi gün Hande tarafından uyandırıldım. Önce okula uğrayıp ödev teslim etmemiz, sonrasında da yurdun yeni şubesine gidip oda seçmemiz gerekiyordu. Ayaküstü bir şeyler atıştırıp çıktık. Okulda hocayı bulmak için çokça ter döküp, işimiz bittiği gibi kendimizi yeni yurda attık. Eski yurtta bir zamanlar yurt görevliliği yapan Çilem Abla, bu yurtta müdür olarak işe başlamıştı. Kendisinden pek hoşlanmazdım ama bir sıkıntımız da yoktu. Yoklama almaya geldikçe genelde odamızdaki sigara dumanından ötürü laf sokmadan çıkmazdı ama bunu dert edecek de değildik.


- Çilem Abla merhaba. Hayriye Hanım haber vermiştir size, kaydımı buraya alacağız bugün. Kendisi onayladı ekstra bir işlem gerekmiyor. Odaları gezebilir miyim?


Aldığım tepki şaşırtıcıydı.


- Evet haber verdi Hayriye Hanım. Yalnız Victoria, ben pek hoşnut değilim bu fikirden.
- Anlamadım?
- Ben bu yurtta sana sigara içirir miyim sanıyorsun? Sabahlara kadar bilgisayar başında oturtur muyum seni? Hem uyuşturucu meselesini duydum ve açıkçası ben sana inanmıyorum. Yurda sürekli sarhoş gelen sen değil miydin sanki her gece?


Ağzım açık kaldım. İftira atmak kalp krizine sebep olsaydı ilk kelimesinde yere yığılırdı. İçkiyle aram yoktu bile, bırak yurda sarhoş dönmeyi. Nadiren Marv ile içerdim, o da Kocaeline gittikçe. Onun dışında dışarı çıktığımda barlarda genelde meyve suyu alırdım. Bira, rakı, votka, viski.. Hiçbirini içmiyordum ve yurda dönmeden bir kadeh şarap içtiğim gün sayısı aylardır beşi bile bulmazdı.


- Ben alkol bile kullanmıyorum? Ne sarhoş gelmesi?
- Ya bırak beni mi kandırıyorsun. Senin buraya kayıt olmanı engelleyemem ama sana burada huzur bırakmam Vicy. Anlıyor musun?


Hande beni savunmaya kalkıştı ama susmasını rica ettim.


- Çilem Abla, zaten sana çok da sıcak duygularım yoktu ama bugün kanıtladın ki insan bile değilmişsin. Sorunun ne bilmiyorum ama Tanrı cezanı verecektir bir gün. Yürü Hande, başka bir yer buluruz elbette.


Yurttan çıktık. Bir süre hızla yürüdük ve kendimi bir kaldırıma attım. Oturup bir sigara yaktım. Hande de eşlik etti.


- Şimdi ne yapacağız?
- Başka bir yurt bulmak zorundayız 3-4 saat içinde.


Sigaraları bitirip aramaya başladık. Dönem ortasında yurt bulmakla samanlıkta iğne bulmak arasında çok da bir fark yoktu. Yine de insan mecbur kalınca her şeyi deniyor. Avrupa yakasında okula ulaşımım saatler almayacak her yeri denedik. Kimisi normalin iki katı para istiyordu, kimisinde zaten yer yoktu. Sinirden ve hırstan dolan gözlerimle ve şişmiş ayaklarımızla inadına devam ettik. Saatler sonra, son gücümüzle bulduğumuz son yurda adım attık. Yurt otelden bozma bir yerdi. Oldukça eskiydi. Odalar çok ama çok küçüktü. Üç kişilik odalardan birinde bir kişilik yer vardı. Odaya girdik. Aylardır yaşadığım odanın dörtte biri kadar bir yer. Tek kişilik üç yatak. Ufacık birer masa. Kişi başı tek kapılı bir dolap. Tek bir tabure koyacak bile yer yok. Pekala. Tutuyorum.


Eski yurda geri döndük. Eşyaları taşımamız gerekiyordu. Artı kaydımı sildirmeliydim. Önce Hande'nin odasına çıkıp kızlarla bir sigara içtim. Annem ve babam sürekli arayıp gelişmeleri soruyordu. Babam Çilem denen kadını yurt sahibine bildirip ağzına sıçmak isterken annem işi iyice dramatikleştiriyordu ki zar zor ayakta dururken iyice zorlanıyordum. Müdürün odasına indik.


- Çilem Hanım diğer yurda geçişimi imkansız kıldı. Başka bir yere aldırıyorum kaydımı bugün. Dekontlarımı alabilir miyim?
- Yani Victoriacığım, öncelikle bu ayın ödemesini rica etmek zorundayım.
- Pardon? Bugün yeni ödeme sürecinin ilk günü. Yurtta kaldığım tek bir gün için tüm ayın parasını mı istiyorsunuz resmen benden?
- Üzgünüm vallahi prosedür ehe ehe.
- Keşke cidden üzgün olsanız.


Savaşmak istemiyordum. Tartışmak istemiyordum. Tek istediğim artık tüm bunlardan kurtulup saatlerce uyumaktı. Şiş ayaklarımla en yakın ATMye gidip para çektim.


- Buyrun. Bu ayın ödemesi. Artık lütfen dekontlarımı alabilir miyim?
- Yani şimdi elbette vereceğim diğer ayların kontratlarını ama, depozitonu unut.
- Şaka mı ben anlamıyorum ki artık.. Nedir?
- Yani şimdi dönem ortası gidiyorsun çocuğum ben senin yerine birini bulamam ki, depozitonu veremem o yüzden.


İşi artık tamamen adiliğe vuruyordu. Komik olan, yurda haftada en az bir gün müşteri çıkıyor, bizim odayı geziyor ama bizim bezdirişimizle tutmaktan vazgeçiyordu. Şu eski Türk filmlerindeki bakıcı kaçıran çocuk karakterler gibiydik. O odaya birini bulamayacağını iddia etmesi o kadar komikti ki. Ben istemsizce gülüyordum artık. Hande dudaklarını ısırıyordu. Tek istediğim gitmekti.


- Hiçbir şey demiyorum. Lütfen bir taksi çağırabilir misiniz en azından, gideceğim bir an önce.
- Ah be yavrum, hiç de taksi numarası yok bende ki.


Git gide daha da saçmalaşıyordu. Masasındaki bir tomar taksi kartını alıp uzattım.


- Aaa unutmuşum ben onları yahu! Dur arayayım ehe ehe. .... Alo, taksi isteyecektim ben xxx kız yurduna? Aa öyle mi tüh tamam.- Yağmur dolayısıyla durakta taksi kalmamış canım.
- Diğerlerini deneyin.
- Alo, taksi isteyecektim ben xxx kız yurduna. Aa kalmadı mı taksi durakta, peki teşekkürler.


Artık dayanamadım, kahkaha atmaya başladım. Hande telefonu müdürün elinden kaptığı gibi müdürün elindeki kartta yazan numarayı çevirdi.


- Merhaba xxx kız yurduna bir taksi gönderebilir misiniz? Tamamdır teşekkürler... Taksi geliyor Victoria hadi eşyalarını indirelim aşağıya.


Kızlar müdürün suratına küfür eden bakışlar atarak yukarı çıktı. Benimse artık başımı kaldıracak halim bile yoktu. Eşyaları indirdik. Zar zor taksiye sığdırdık. Başka bir taksiye de Hande ve başka bir odadan arkadaşımız olan Damla atlayıp geldiler benimle. Yeni odama eşyaları çıkarttık. Kızlar çoğunu yerleştirdiler. Ivır zıvır kısımları ben sonra hallederim dedim. Eski yurda beraber döndük. Son bir valiz vardı getirmem gereken. Kızlarla tek tek vedalaşıp valizimi aldım ve tramvay durağına doğru ilerledim. Yağmur yağıyordu. Taksiye verecek param kalmamıştı. Yeni yurdun müdürü ödemeyi birkaç hafta sonra yapmamı kabul etmişti. Sırılsıklamdım. Valizi taşımak için çok güçsüzdüm. Bütün tramvaylar dolu geliyordu. Kulaklıklarımı takıp kendimi müziğe ve yağmura bıraktım. O an ölsem, umurumda olmazdı. Genç bir delikanlı yanıma geldi. Söylediğini anlamadım, kulaklığı çıkarttım. 


- Efendim?
- Ne dinliyorsun?
- Bunu mu sormak için geldin cidden? Bu gün koca bir kamera şakası olmalı. 
- Neredeyse kırk dakikadır ıslanarak dikiliyoruz. Ters istikamete giden tramvaylar boş geçiyor. Onlardan birine binip, son duraktan rahatça dönebiliriz.
- Peki. Valizimi al.
- Bu ne güven böyle, ya çalarsam? :)
- Umurumda bile olmaz.



Tramvaya bindik. Bana bir gün bu ülkeye sosyalist rejimi getirebilirse eğer, Sultanahmet'i koca bir çorbacı yapacağını ve herkesin orada bedava çorba içeceğini filan anlatıyordu gülerek. Ayakta uyuyordum. İneceğim durağa yaklaşırken mail adresimi rica etti. Kalemini alıp elindeki Uykusuz'un üzerine o an uydurduğum bir mail adresini karaladım. İnip yeni yurduma doğru yürüdüm. 


Şansıma ilk gece yeni oda arkadaşlarım yurtta yoktu. Üzerime kuru bir şeyler geçirip kendimi yatağa attım.


Gözlerimi kapadığım an, uykuya daldım.


...


Victoria









27 Ocak 2012 Cuma

19 - No More Home






Yurda çıkıp Hande'nin odasına daldım. Odada altı kişiydiler ve aram iyiydi kızların hepsiyle. Eşyalarımı toplamak için yardım rica ettim. Tahmin ettiğim gibi, oda bomboştu. Orospular evci çıkmışlardı tepkimden korkup. Kalıp savaşmak gibi bir gayem yoktu. Tek isteğim iğrenç insanlarla dolu bu yerden bir an önce kurtulmaktı. Eşya toplamak çok uzun sürdü. Oda çok büyüktü ve ben de delicesine kıyafet, kitap ve ıvır zıvırla doldurmuştum tüm alanımı aylardır. Saatlerce eşyaları katagorize ettik, katladık, valizlere, poşetlere, çantalara doldurduk. Bir dünya sigara, bir dünya küfür değdi dudaklarımıza. İşin komik kısmı, nereye gideceğime dair bir fikrim de yoktu. Tek bildiğim gidecek olduğumdu.


Yurdun sahibini aradım. Yaşlı, tatlı bir kadındı. Yurdun birkaç hafta önce bir şubesinin daha açıldığını biliyordum, okula da yakındı. Belki oraya geçebilirdim. Kadına üstünkörü bu yurttan ayrılmam gerektiğini, yeniden senet yapmadan buraya devam eder gibi diğer yurtta kalıp kalamayacağımı sordum. Cevap olumluydu.


En azından kalacak yer bulma sorunum olmadı diye kendimi avutarak yurttaki son gecemi yorganın altında uyuyarak geçirdim.

Ertesi gün çekeceğim çileye dair hiçbir fikrim yoktu...





...


Victoria

26 Ocak 2012 Perşembe

18 - Motivation






Marv'a sarıldığımda birkaç dakika öylece kaldım. Uykusuzluk, sabah sabah patlayan o bomba, açlık, mutsuzluk, şok... Hepsi omzularımdan bastırıyordu sanki. Bacaklarım güçsüz, gözlerim şiş, zihnim karman çorman halde kendimi kollarına bıraktım dakikalarca. Bir süre sonra, "Hadi." dedi, "Önce bir şeyler yiyelim."



Bir yere oturup kahvaltı ettik. Ard arda sigaralar yakıp olup biteni anlattım. Elleri ellerimi kavradığında, her şeyin üzerinden gelebileceğimi hissettirdi bana. Hiç değilse Marv vardı, şanslıydım. 


Kahvaltının ardından Sultanahmete doğru yürüdük. Sadece bir süre tüm olup bitenlerden uzaklaştırmak istiyordu beni ve zihnimi. Havuzun kenarındaki bir banka yerleştik. Arada rüzgarın sırtına atlayıp yüzümüze geliyordu damlalar, gülüyorduk. Yerdeki su birikintilerinde serçeler banyo yapıyordu, bizden birkaç karış uzaklıkta. Mutluyduk. Üzerinden geçen yıllara rağmen, o anı ve üzerimdeki rahatlatıcı etkisini hala dünmüş gibi hissedebiliyor, hatırlayabiliyorum...


Ancak gerçeklerden, hayattan temelli kaçmanın bir yolu yoktu. Yurda dönmek ve işleri halletmek zorundaydım. 


Marv'a sıkıca sarılıp mümkün olduğunca güç topladım ve yurda döndüm.

Az zamana sığdırmam gereken, çok işim vardı.





...


Victoria

17 - The Colluders





Ailem bu fikirden hoşlanmadı haliyle. Babam duruma el attı, bir doktordan iki haftalık rapor ayarladık ve ailemin yanına gittim. Bir süre uzak kalırsam iyi gelir diye düşünüyorlardı. Onların ilgisi ve Marv'ın sürekli aramalarıyla birazcık güç topladım. Kaldığım yerden devam etmek üzere İstanbul'a döndüm. 


Bir hafta kadar yine pek muhattap olmadan yaşadık aynı odada. Marv İstanbul'a bir arkadaşında kalmaya gelmişti ve gündüzleri onu görüyor, yurda geç dönüyordum.Kızlar da arada bir hal hatır sormaya filan başladılar ki, şaşırttılar beni.


O sabaha kadar.

Sabah altı gibi uyudum. Dokuz gibi temizlikçi abla tarafından uyandırıldım.

- Canım müdür seni görmek istiyor.
- Tamam abla uyanınca inerim ben yanına.
- Uyuyorsa da uyansın gelsin dedi.

Bu işte bir gariplik vardı. Kaldığım yer özel bir yurttu ve kimse durduk yere sizi uykunuzdan uyandırmazdı. Zaten para mevzusu dışında pek çağırılmazdınız da, ekstrem bir durum yoksa.

Tek gözüm kapalı müdürün yanına gittim.

- Victoria gel bakalım otur şöyle.

Adamdan hoşlanmıyordum genel olarak. Tavırları çok itici ve yapay geliyordu. Dediğini yapıp karşısına oturdum. Konuşmaya başladı.

- Nasılsın iyi misin?
- Uykumdan uyandırdınız, nasıl olduğumu sormak için mi? Lütfen konu neyse konuşalım bir an önce.
- Hehe.. Peki canım kızma hemen öyle. Şimdi, seni severiz bilirsin. Bugüne kadar da pek bir sıkıntı yaşamadık seninle yurtta. Ama işler biraz değişti aldığımız bir şikayetle...
- Ne şikayeti?
- Canım şimdi isim veremem amma, birkaç arkadaşın geldi bu sabah. Senin için çok endişelilerdi. Bütün gün ağlıyor, bağırıyor, herkesin canına okuyormuşsun. Senden çok korkuyormuş herkes. Tüm bunların sebebi de... nasıl denir bilmiyorum ama.. bağımlıymışsın Vicy. Ailen biliyor mu uyuşturucu kullandığını? Ne zamandır kullanıyorsun? Bak biz hepimiz seni severiz, yargılamıyorum yardımcı olmak için soruyorum. Arkadaşların nasıl üzülmüş senin için görsen. 



Oturduğum yerde sinirimden ağlıyor, tepki bile veremiyordum duyduklarım karşısında.

- Aa ağlamakla olmaz ama. Git bi' yüzünü yıka gel hadi.

Kapıyı çarpıp yukarı çıktım. Dakikalarca suratıma su çarpıp bunun gerçek olamayacağını tekrarladım kendi kendime. Odamda bir sigara içtim. Bu kadar orospu çocuğu olmalarının imkanı var mıydı cidden? Cidden odada sadece ikisi yaşamak için bana bu denli büyük bir oyun oynayabilirler miydi? Sabahın köründe ikisinin de odada olmayışından da anlaşılıyordu ki, evet. Cidden kaçıyorlardı, zira bu boku yemişlerdi. Müdür olacak pezevengin yanına indim.



- Heh şöyle. Yıkamışsın yüzünü de mis gibi aferin. Şimdi anlat bakalım nedir sıkıntın?
- Birincisi, bana yardım etmekten filan söz ediyorsunuz ama alakası bile yok. Duyduğunuza gayet inanmışsınız ve onu gerçek sayıp üzerinden yol alıyorsunuz. Bana sormuyorsunuz bile ne olup bittiğini. O kadar eminseniz beraber bir hastahaneye gidelim, ne şekilde kanıtlanıyorsa yapılsın gereken tüm testler. Bir yandan da odamı arayın isterseniz. Ama sonra karşıma geçip yüzüme bakarak özür dileyebilecek misiniz?

- Ya şimdi Victoria'cım, böyle agresifleşmeye gerek yok ki...
- Lütfen susun. Agresifleştiğim filan yok. Pelin ve Selin'in bunu yapmasından çok sizin tavrınıza şaşırdım zaten. Hiç inkar etmeyin, bunu yapanın onlar olduğunu adım gibi biliyorum. Hatta durun tahmin edeyim, eminim bu gece ikisi de evci çıkmıştır değil mi? Yüzleşmeyelim olay tazeyken diye, onlar gelene kadar giderim diye. Bana yaptığınız bu muamele çok iğrenç. Bugüne kadar hiçbir sıkıntı bile yaşamamışken, inanmayı tercih ettiğiniz şey.. Ama gerçekten bunun için savaşmayacağım bile. Yarın ayrılıyorum buradan. Herkes de ne hali varsa görsün.



Odama çıktım, katıla katıla ağlamaya başladım sinirimden. Kapı açıldığında yatağımda hıçkırmakla meşguldum sarsıla sarsıla. Gelen Hande idi. Üst katta kalıyordu, aynı sınıftaydık. Çok sevdiğim, çok iyi niyetli bir arkadaştı. Beni o halde görünce şaşkınlıkla yanıma koştu. Olup biteni anlattım. 


- Derhal yüzünü yıkıyorsun, kalk kalk kalk! Kahvaltı ettin mi?
- Hande şu durumda ne ara kahvaltı etmiş olabilirim?
- Tamam git yüzünü yıka sonra da giyinmeye başla. Marv İstanbul'daydı değil mi bu ara?
- Bugün dönecekti. Dönmüş olabilir. 



Yüzümü yıkadım, eşofmanları çıkarıp bir kot bir bluz geçirdim üstüme.

- Marv on dakika sonra yurdun önünde olacak ve beraber kahvaltı edeceksiniz. Biraz kafan dağılmalı. Sonra dönersin yurda ve ne yapacağımıza karar veririz, tamam mı?

Kabul ettim. Marv'a sarılsam, yükün yarısı kalkardı üstümden. Biliyordum.

Çantamı alıp aşağı indim...

...

Victoria










25 Ocak 2012 Çarşamba

16 - Sadness Finds a Home



Başta çok açık edemediler. Aklıma gelen tek mantıklı sebep, utanıyor olmalarıydı. Zira bir insanı durduk yere grubun dışına atmak tek kelimeyle orospu çocukluğuydu. Ama zamanla utanmaktan da vazgeçtiler sanırım ki, git gide daha da uzaklaştırıldım ve git gide daha da yakınlaştılar.

Hiçbir şey anlamıyordum. Pelin ve Selin durduk yere beni çemberin dışına itmişlerdi ve ortada hiçbir sebep yoktu. Süper iğrenç bir tikky çifte dönüştüler çok kısa bir süre içerisinde ve artık arkadaşları olmak bile istemediğimi anladım ben de zaten. Yine de aynı odada yaşarken, bu tip şeyler kolayca boşverilemiyor.

Çok kısa bir süre içinde selam sabah bile kesildi. Ardından da iş düşmanlığa yakın bir noktaya ilerledi, zira bana bakıp bir şeyler fısıldaştıklarını görmek için çaba sarf etmeye gerek yoktu. İlk birkaç gün sinirlendim çokça. Sonra sinirim yerini üzüntüye bıraktı. Rutinim bozulmuştu ve yaşadığım odada yalnızdım. Tek başına yaşamak keyifli bile olurdu aksine ama iki kişiyle aynı mekanda yalnız olmak insanı yıpratıyor.

Bir süre sabretmeye çalıştım ama ruhsal durumum kontrolden çıkmaya başlıyordu ufak ufak. Odada geçirdiğim zamanlarda mutlaka kulaklığımdan gelen müzik ile araya duvar çekiyordum. Uyumak için yatağa girdiğim anlarda ise istemsiz bir ağlama nöbeti...



Annem de durumu hissetmeye başlamıştı hiçbir şey söylemediğim halde. Bir gece saat üç sularında ağlarken ben telefonum çaldı. Annemin uyuyor olduğu saatlerdir normalde, o yüzden endişelenerek açtım. 


"Saatlerdir uyuyamıyorum. İçimde bir sıkıntı var ve yüzün gözümün önünden gitmiyor. İyi misin Vicy?"


Bir başka gün, okulda sigara içerken deli gibi kar yağmaya başladı. Çok hoşuma gitti, annemi aradım.

"Anne, çok güzel kar yağıyor!!"


"Ne güzel tatlım... Arkadaşlarınla aranda sorun var, değil mi?"

Anneler daima harika. Ve her şeyi hissedebiliyorlar cidden de. Üstü kapalı bir şekilde durumları anlattım sonunda. Ve kafamdaki, o yaşın da etkisiyle aldığım kararı:

"Ben okulu bırakıyorum, oraya döneceğim."

...


Victoria

22 Ocak 2012 Pazar

15 - Out of the Circle




Uzun bir süre rutinim sabit ve keyifliydi. Marv, hediyeler, yurt, filmler, eş dost, arada farklı şehirlerdeki dostların yanına ufak kaçamaklar.

Ancak bir süre sonra odada bir şeylerin pek de yolunda gitmediğini fark ettim...

Ayın neredeyse yarısını Kocaeli'nde geçiriyordum. Kızlarla eskisi gibi her gün beraber değildik yani. Ama bir sorunumuz, kavgamız da yoktu. Her şey başından beri olduğu gibi eğlenceliydi.

İlk çıtırtıya dek. 



Sekiz gün kadar Kocaeli'nde kaldıktan sonra, İstanbul'a döndüm. Pelin ve Selin odadaydı, sarıldık. Muhabbet ettik biraz. Eşyalarımı yerleştirip bilgisayarımı açtım. Selin internette bir şeyler yapmakla meşguldu. Pelin de bir şeylerle zaman öldürüyordu. Sonra sıkıldı. Dolandı. Eşyalarını düzenledi. Telefonunu kurcaladı. Sıkıntısı geçmeyince ortaya bir öneri attı:

"Aman çok sıkıldım ya! Selin hadi kalk film izleyelim!"



Kalakaldım. Her şeyi üçümüz yaparken, birden bire nasıl sadece ikisine yönelik bir teklif sunabiliyordu ki? Hiçbir şey söylemedim. Birkaç saniye sonra fark etti ve beni de çağırdı, gülümseyerek kabul ettim ama anlamıştım.

Yanlarında olmadığım zamanlarda başbaşa kaldıkça birbirleriyle daha yakınlaşıyorlardı ve her üçlü kız grubunun klasik sonuna doğru ilerliyorduk. Gruptan iki kişi yavaşça yakınlaşır ve üçüncü bir süre sonra çemberin tamamen dışında kalır...

***

Victoria

12 Ocak 2012 Perşembe

14 - Finally, Tranquillity





Bir süre her şey bu rutinde gitti. Pelin avut, Pelin besle, diğer kızları odadan uzak tut.. Zamanla zaten kendine geldi, toparlandı, Kemalettin'le ilişkisine devam etti. Ama bu yükümün hafiflediği anlamına gelmiyordu zira bu defa da sınavlar vardı sırada.. Gece gündüz çalışmaca, son ana bırakılan ödevleri yetiştirmece, uykusuz uykusuz sınava gidip yurda döner dönmez yatağa atlamaca...


Marv'a gelince, her şey yolundaydı. Zaten aksi mümkün değildi zira ilk günden beri tek gayesi beni mutlu kılmaktı. Sık sık İstanbul'a geliyordu, hafta sonlarını beraber geçirirdik çoğu zaman. Kadıköy'de oluyorduk sıkça. Vapurdan indiğim gibi kucaklıyordu beni. Hemen hemen hep aç olduğumuzdan, kahvaltı peşine düşüyorduk önce. Rexx büfe oluyordu genelde durağımız. 


"İki kaşarlı tost, iki de portakal suyu!"


Sonra alışveriş, kafeler, barlar, sahaflar, Moda'da bizi bekleyen kayalar... Güzeldik. Başka bir tarifi yoktu bunun. 


Sınavlar geldi geçti, Marv geldi gitti, ben ailemi - Marv'ı ziyaret ettim birkaç defa...

Sanırım hayatım bir düzene kavuşmuştu sonunda...



..

Victoria

11 Ocak 2012 Çarşamba

13 - Just Like A Babysitter



Selin gittikten sonra Pelin'e yataktan asla kalkmamasını tembih edip kendimi dışarı attım. Eczaneye girip çürük kremi, ağrı kesici, ertesi gün hapı vb. aldım. Marv ile telefonda konuşup olan biteni anlatarak yurda döndüm. Odaya girdim ve o saçma filmlerdeki gibi, telefon elimden düştü.

Pelin yerde hareketsiz yatıyordu.

Sarstım, kucakladım, zar zor gözlerini açtı ve yine ağlamaya başladı. Tüm gücümle yatağına sürükledim ve yatırdım. Kemalettin'i aradığını, konuşurken yataktan kalktığını ve Kemalettin'in ona kötü şeyler söylediğini anlatırken nefesi kesildi. Anlaşılan konuşma esnasında bünyesi iflas etmişti ve bayılıp kalmıştı oracıkta. Kafasını çarpmamış olması mucizeydi ancak sorunumuz bitmek bilmiyordu. Nefes alamamaya başladığında elim ayağıma dolaştı. Sağlam kalan gözü kocaman açık bir şekilde bana bakıyor ve çırpınıyordu. Yardım istemeyi düşündüm ama bu son çareydi. Elimden geldiğince sakinleştirmeye çalıştım.

"Hadi Pelin. Nefes alıp vermen lazım. Bak, hadi beraber yapalım. Yavaşça nefes ver. Tamam, çok güzel. Şimdi nefes alalım güzelce. Aferin Pelin! Çok güzel. Hadi, bir daha..."


İşe yaradı. İyice sakinleştiğinde ertesi gün hapını içirdim, çürüklerini kremledim ve uyuttum yeniden.

Adeta benim sorumluluğumda küçük, hasta bir kız çocuğu gibiydi ve bu haddinden fazla bir yüktü benim için.

Akşam mutfağa inip Pelin'in hasta olduğunu, yemeği odada yiyeceğini söyleyerek bir şeyler aldım. Kucağımda tepsi, bebek besler gibi doyurdum karnını odaya çıktığım gibi. Tüm bunlardan da zor olan ara ara patlayan Kemalettin krizleriydi ve telefonu ondan uzak tutmak ve ağlamasını durdurmak çok yorucu oluyordu. Bunun dışında tuvalete gitmesi gerektiğinde çok çaba sarf ediyordum. Tek gözünü saçlarıyla örtüp, koridoru kontrol edip, koluna girip olabildiğince hızla gidip geliyorduk.

Esas çabam şikayetçi olması yönündeydi. Saatlerce dil döktüm, darp raporu almaya ikna etmeye çalıştım ama ailesinin duymasından endişe ettiği için bunu şiddetle reddetti. Bir yerden sonra üstelemedim de, zaten sıkıntı başımdan aşkındı...

Bir diğer dert de, yoklama anlarıydı. Yurt görevlileri odaları gezip, tek tek kontrol ediyorlardı. Her geldiklerinde hepimizi gördüklerine emin oluyor ve biraz muhabbet ettikten sonra diğer odalara geçiyorlardı. Her yoklama seansında Pelin yorganı başına çekip yatıyor, biz de uyuduğunu söyleyip görevlilerin ilgisini çekecek başka konular açmaya çalışıyorduk. İlk günün altından tek başıma kalktıktan sonra Selin'in gelmesiyle yüküm biraz olsun hafifledi.

Tüm bu yaşananlar dandik senaryolu ucuz bir filmin sıkıcı sahneleri gibiydi...


Victoria

6 Ocak 2012 Cuma

12 - Her Nightmare




Telefon çaldı, çaldı, çaldı...

İkimiz de açmaya cesaret edemedik. Ne diyecektik ki? Belki cidden Pelin'i arkadaşlarıyla ders çalışıyor sanıyordu, belki Pelin'in ağlamasının onunla bir ilgisi vardı? Hiçbir bilgimiz olmadığı için telefon kesilene kadar bekledik. Yapılacak en mantıklı şey Pelin'i aramaktı. Telefonu kulağıma dayadım açmasını umarak, ama işler iyice rayından çıkmıştı:

Telefonu kapalıydı.



Selin'le odanın içinde dört dönmeye başladık. Kemalettin sürekli arıyordu. Pelin'in telefonu inatla kapalıydı. Burak'ın nerede oturduğuna dair hiçbir fikrimiz yoktu. Sabaha kadar durumun ne olduğuna dair senaryolar üreterek bolca sigara tükettik. Tek bir yatakta yamuk yumuk bir halde sızmışken, telefonum çaldı.

- Victoria, yurdun ilerisindeyim. Gelip beni alır mısın?

Sesi çok farklıydı. Ayağıma botlarımı geçirdiğim gibi kendimi dışarı attım. Şapkasının önünü burnuna kadar çekmişti. 



- Ne oldu? Neredeydin Pelin ulaşamadık aklımızı yitirdik!?
- Odaya çıkalım.

Koluma girdi. Ufak adımlarla yurda girdik. Odamıza çıkıp kapıyı kapattıktan sonra Pelin'in karşısına oturup anlatması için gözlerimizi ona diktik. Öne eğdiği başındaki şapkayı yavaşça çıkarttı, başını dikleştirip bize baktı.

Tek gözü mosmordu ve tamamen şişmişti.

Çok yavaş bir şekilde, korkmuş bir çocuk sesiyle anlatmaya başladı olanları.

Burak'ın evine gittiğinde ilk saatler çok güzel geçmiş. Uzun uzun muhabbet etmişler. Burak onu özlediğinden filan söz etmiş. Kahve içip flört etmişler ufak ufak. Saatler geçmiş, iyice yakınlaşmışlar. Sonra Pelin çaktırmadan (!) Kemalettin'in attığı bir mesaja cevap verirken Burak durumu fark etmiş.

Ve işler o noktada kıyamete dönmüş.

"Sen ne çeşit bir orospusun lan?! Manitan varken kendini siktirtmeye bi de buraya geliyorsun!" diye üzerine çullanmış Burak. Pelin ağlamış, yalvarmış. Yurda gitmek istediğini söylemiş. Burak "Bu saatte yurda seni almazlar, kocana mı gidiyorsun!?" dediğinde bizi aramış Pelin. Biz gelmesini söyledikten sonra "Bak, alırlarmış yurda. Kızlarla konuştum, n'olur izin ver!" diye yalvarmaya başlamış. Telefonda son arananlar kısmını açmış, bizi aradığına inansın diye ekranı ona doğru çevirmiş ve tam o sırada telefonu çalmaya başlamış. Kemalettin... Ekranda yanıp sönen "AŞKIM" yazısını gören Burak çıldırmış. Telefonu alıp fırlatmış duvara, o sebeple aradığımızda ulaşamamışız. Tekme tokat saldırmış Pelin'e. Yerde kıvranırken beline yediği tekmeleri anlatırken Pelin, ağzımız açık bir şekilde kalakaldık. Kızı eve kilitleyip kafasına göre işkence etmiş, hizmet ettirmiş. Bir ara sinirlenip bardak fırlatmış, sonra kırılanları toplatıp "İyi temizleyemediysen göreceksin gününü!" diye bardağın kırıldığı zeminde çıplak ayak yürütmüş.. Sabaha karşı soyup 5-6 kere tecavüz etmiş ve akabinde siktirip gitmesini söylemiş.

Bunları hıçkırıklar içinde, titreyerek, çok yabancı bir sesle anlattı. İşleri ele almak zorundaydık, yurtta kimse bunu duymamalıydı ve Pelin'i iyileştirmek zorundaydık. Kapıya "SINAVLAR SEBEBİYLE BİR SÜRE MİSAFİR KABUL ETMİYORUZ!" yazılı bir kağıt yapıştırdım. Selin Lasonil ararken, ben Pelin'i soymaya başladım. Manzarayı size anlatabilmem mümkün değil. Vücudundaki çürükler saymakla bitecek gibi değildi ve çok ağırdı. Beli, bacakları, sırtı, kolları.. Açamadığı tek gözü.. Çürüklerini kremledikten sonra pijamalarını giydirip bir ağrı kesici içirdik ve yatağına yatırdık. Selin'e dönüp ne yapacağımızı sordum ve Selin'den uzaklaşmamı sağlayan ilk hareketi o an gerçekleşti.

- Ya tatlım çok kötü durum farkındayım ama benimki ev ayarlamış arkadaşından, biliyorsun mekan bulamıyoruz pek sık. Benim oraya gitmem lazım ama bir şey gerekirse arayın tamam mı?



Bu şaka gibi açıklamadan sonra süslendi, püslendi, Pelin'i öpüp çıktı.

Bütün sorumluluk benim omuzlarımdaydı..



..

Victoria




2 Ocak 2012 Pazartesi

11 - Pelin And Her Big Mistake



Güne yatağıma gelen kahvaltı ve Marv'ın sevgi fışkıran gözleriyle başladım. Bütün gün muhabbet ettik, film izledik, eğlendik. Orada geçen her günüm - gecem, bana bir prensesmişim gibi hissettiriyordu. Gecenin köründe uykum kaçarsa "Uyan, sıkıldım." diyordum ve hiç itiraz etmeden uyanıp, elimi tutarak benimle dizi izliyordu. Ağzımdan çıkar her laf, gökten inmiş bir emir gibiydi sanki onun için. "Çok sıkıştım ve ayağa kalkmaya mecalim yok." diye söylenirken uykumdan uyanıp gecenin köründe, gözlerinden damlayan uykuya rağmen yataktan kalkıp beni kucaklayarak banyoya götürecek kadar sevimliydi. Her saniye daha da iyi anlıyordum ki Marv, dünyaya beni mutlu kılmak için gönderilmişti.


Birkaç enfes günden sonra İstanbul'a döndüm. Herkes benim için çok seviniyordu. Öyle ki, tüm bunlar benim değil onların başına gelmiş gibi mutlu oluyordu kızlar dinledikçe, gördükçe. Yaklaşan sınavlara rağmen güzeldik.

Biraz kızlara dönmemiz gerekirse, yurtta işler şu şekildeydi son günlerde:

Diğer odalardaki kızlar için bizim odamız yurdun kafesi gibiydi. Girmek istedikleri her aksiyon için önce bizim kapımızı çalıyorlardı. Hadi kızlar saunaya, hadi kızlar yemeğe, hadi kızlar fal gecesi yapalım... Gece geç saatlere kadar dolu oluyordu oda misafirlerimizle. Herkesin kendini en rahat hissettiği odaydı bizimkisi. Ki bunda, inadımızla bizim odayı yurtta sigara içilmesine tek izin verilen yer yapmış olmamızın da payı büyük. Özellikle yakın olduğum bir oda vardı ayrıca. Sınıf arkadaşım Hande'nin odası. Odadaki kızların hepsi çok sevimliydi. Sık sık kaçıyordum yanlarına. Sabahları Hande odama dalıp zorla uyandırıyordu okul günleri, beraber gidiyorduk. Haftasonları hava güzelse biraz eğer, yurdun terasında kahvaltı hazırlanıyordu kızlar tarafından. Ben horul horul uyurken Hande benim için de kahvaltı hazırlamış oluyordu. "Kahvaltı hazıııır!!" diye şakıyarak çıkartıyordu beni yataktan terasa koşturmak üzere. Mutluydum.

Selin artık tamamen mini eteklerle, seksi iç çamaşırlarıyla ve aktif cinsel hayatıyla ışıldıyordu. Aradığını bulmuş gibiydi hayatı adına ve mutluydu.

Pelin hala Kemalettin ile birlikteydi. Bir gece Çiçek Pasajında Pelin, Selin, Kemalettin ve ben beraber içtik.  Pelin "Kemoşum!" hitabını dilinden düşürmeden, yavru kediler gibi sırnaşıyordu ve Kemalettin Pelin bir şey anlatırken onu tamamen yok sayıp başka bir şey anlatmaya başlayabilecek kadar üstün görüyordu kendini ilişkide. Tüm bunları korkunç bulsam da Pelin eğer mutlu olacaksa metres gibi bir role sahip olan barbieyi oynayabilirdi ve benim için hiç sakıncası yoktu.

Ama...

Bir akşam Kemalettin ve Pelin enfes bir kavga ettiler. Pelin telefonu kapattığında gözlerinden ateş fışkırıyordu ve sinirden patlamanın eşiğindeydi. "Bana böyle davranmasının intikamını alacağım!" dedi en delikanlı ses tonuyla ve ekledi; "Burak'la yatacağım!"

Burak deneme günlerinde kahve içtiği adamlardan biriydi. Bize geçtiği özete göre çok sinirli, kendini engelleyemeyen, silah filan taşıyan hasta ruhlu bir tipti ve ikinci bir kahve seansı daha yaşamamışlardı. Aldığı bu kararın saçmalığını anlatmak için yırtındık ama Pelin'i engellemek imkansızdı. Burak'ı aradı ve ertesi gece Burak'ın evinde kahve içmek üzere sözleştiler.

...

Buluşma anına kadar kararından vazgeçirmeye çalıştık ama işe yaramadı. Güzel bedenini jartiyer çorapları, seksi bir korse ve enfes bir makyaj ile süsledikten sonra üzerine eşofman takımını geçirdi.

"Burak'ın yanına aklımda yatmak yokmuş gibi bir görüntüyle gideceğim ve gecenin sonuna kadar buna inanacak."

Plan nereden baksan mantıksızdı. Burak gibi bir adamla görüşmek boşuna alınmış koca bir riskten ibaretti. Üstelik Kemalettin ile hala beraberdiler ve bundan haberi olmayacaktı. Bu intikam, sadece bir sır olacak ve kendi içinde skoru eşitlemesini sağlayacaktı. Tüm bunlara rağmen Pelin, Kemoşuna arkadaşlarıyla ders çalışmaya gideceğini söyledi, bizleri öptü ve Burak'ın evine doğru yola çıktı.

Selin'le başbaşaydık odada. Bir süre bu konuda konuşup, sonra kendi halimize döndük. Saat 01.00 sularında telefonum çaldı. Arayan Pelin'di.

- Pelin?
- Victoria, bu saatte dönsem beni yurda alırlar mı?
- Oha, Pelin neredesin, neden ağlıyorsun?! N'oluyor?!
- Buraktayım şu an, geleceğim oraya, bir şekilde beni almak zorundalar saat kaç olursa olsun. Arayacağım sizi birazdan.
- Pelin, sakın telefonunu kapatma ve bir an önce buraya gel.

Telefon kapandı. Pelin'in cümlelerini anlamak çok zordu zira deli gibi ağlıyordu. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken telaşla, Selin'in telefonu çalmaya başladı.

Arayan Kemalettindi.


---

Victoria