16 Aralık 2011 Cuma

2 - Face to Face



Yurtta kalanlar bilir, kızlar arasında saçma bir ilişki vardır. Herkes herkesin her şeyine dahil olmaya çalışır. Hele ilk aylar, kalabalık bir ailenin onlarca kız çocuğundan biriymiş gibi hissedersiniz...

İşte bizde de işler böyleydi. 



Yurttaki hatunlar Marv'la aramda bir şey olmasını nedense çok istiyorlardı. Buluşma günü duştan çıktığımda hepsi birden üzerime atlayıp beni parfümlere, kremlere boğdu. Teki saçımı kafasına göre şekillendirirken birkaç tanesi ne giyeceğimi seçmeye çalışıyordu. Makyajımı yapıp beni biraz rahat bıraktıklarında, aynadaki kadın pek de benim tarzım değildi açıkçası.

Hayatta giymekten en nefret ettiğim renk olan sarı bir bluz ve sarı babetimsi ayakkabılar, siyah kot, siyah deri ceketim ve fönlü uzun saçlarım... Görüntüden hiç hoşlanmasam da, kızları kırmak istemedim. Ne de olsa Marv'ı etkilemek gibi bir çabam ve ihtiyacım yoktu.

Taksim'e gittim.

Beni gördüğünde gözlerinin aldığı parlaklığı görmeliydiniz. Dakikalarca sarıldı.

-Marv çok açım! Yabaniler gibi saldırabilirim herhangi bir yemeğe şu an. Hadi bir yere dalalım.

Burnumuzun beynimize hükmetmesine izin verdik ve ayaklarımız bir köfteciye doğru adım atmaya başladı. Karnımı doyururken biraz zorlandığımı itiraf etmem gerek zira beni güldürmek için her şeyi yapıyordu ve sanırım ağzından çıkan her şey fazlasıyla komikti.

Doyduktan sonra turladık İstiklal'de. Kiliseye dalıp birer mum yaktık. Benim dileklerim arasında Marv'ın adı geçmiyordu. Onunsa tek dileği olduğumdan emindim. Kiliseden ayrılıp yürümeye devam ettik. Tek sıkıntım babetlerin ayağımı mahfetmesiydi. Kolumdan tutup "Hadi gel!" diyerek 45'lik adlı mekana götürdü beni. Muhabbet orada da devam etti. Bir yandan birasını yudumlarken, diğer yandan acıyan ayaklarımı ovuyordu ve saatler hızla geçti.

Ben çok küçükken, her mutsuzluğumda, küskünlüğümde babam eve elma şekerleriyle gelirdi. Elma şekeri, bana karşı kullandıkları mutluluk veren sihirli değnekleriydi ailemin. Bu yüzden olsa gerek, daima en sevdiğim şeyler listesinde bulunur elma şekeri maddesi. Mekandan ayrıldığımızda Marv bir yere dalıp bana iki elma şekeri aldığında, gülümsememi engelleyemedim. Aramızdaki otuz santimlik boy farkını parmak uçlarımda yükselerek hafifletmeye çalışıp saçlarını sevdim keyifle.

İkimiz de çok keyifliydik ve bu harikaydı. Ara bir sokakta satılan oyuncakları gördüğümde onu da çekiştirerek koştum tezgaha doğru. Oyuncak bir kuzu gördüm, karnına basınca meelemeye başlayan ve tanrım, ciddi anlamda çok şirindi. Marv'a saçlarının hafif kıvırcık duruşundan ötürü kuzu diye hitap ettiğim ikimizin de aklına geldi ve gülmeye başladık. "Adını Marv koy" diyerek aldı kuzuyu bana. Tam o sırada gözüm dünya tatlısı bir kaplumbağaya takıldı. Gurur duymuyorum ama bencilin tekiydim o zamanlar ve "Marv, bu benim olmalı!" derken yüzümün kızardığını söyleyemem. "Sen nasıl istersen" dedi ve kaplumbağa da kucağımdaki kuzunun yanındaki yerini aldı. Beni otobüsüme bindirmeden önce dakikalarca kucakladı yine, yurda döndüğümde arayacağıma söz vererek vedalaştım.

Cebindeki son parayı kaplumbağaya verdiği için arkadaşının evine dek uzun bir mesafeyi yürümek zorunda kaldığını ve şehrine dönmek için arkadaşından borç alması gerektiğini çok sonraları öğrendim...

Victoria


2 yorum:

  1. 7 sene yurtta kaldım hayatım...neler yaşadık neler...ay özlemişim o günleri...

    YanıtlaSil
  2. Ben zerre özlemiyorum doğrusu, okudukça ilerleyen partlarda sebebini de öğreneceksiniz zaten.. :)

    YanıtlaSil