8 Şubat 2012 Çarşamba

22 - I'm A Fuckin' Idiot Baby




Yurtta mutsuzdum. Hayatımdan mutsuzdum. Olup biten her şey çok yormuştu. Henüz 18 yaşında bir kız olarak, gerektiğinden fazla sıkıntıyla boğuşmuş gibi hissediyordum. Pelin ve Selin'in yediği bok rüyalarıma giriyordu hala. Güven duygum alt üst olmuştu. Marv sürekli arıyor, destek olmaya çalışıyordu ama berbat haldeydim. Hiçbir suçu olmamasına rağmen ona bile uzak davranıyordum. Tanıdığım herkes kötüymüş, herkes beklemediğim bir kazık ile bir darbe daha indirecekmiş gibi hissediyordum. Tek istediğim hiç tanımadığım birileri ile zaman geçirmek, sanki başka bir hayat yaşıyormuşum gibi biraz olsun uzaklaşmaktı.  



İnternette boş boş zaman geçirip beynim uyuşsun diye uğraşırken, tanımadığım biri selam verdi. Havadan sudan konuştuk. Sonra akşam tiyatroya gideceğini, fazla bileti olduğunu söyledi ve eşlik edip edemeyeceğimi sordu. Önce Marv'a danıştım. "Kafan dağılır belki, git istiyorsan sevgilim." cevabını alınca, onayladım. Oyun akşam saat on sularındaydı. Dönüşte yurda gelmem zordu, bir saatten uzun bir mesafe vardı ve yetişemezdim son giriş saatine asla. Evci formu doldurdum. Bir arkadaşı arayıp gece beni misafir etmesini rica ettim. Oyun çıkışı beni arabayla alacak, evine götürecekti. Ertesi sabah da yurda dönecektim. Her şey planlanmış gibiydi. Biraz iyi hissettirdi. Akşam saat gelince hazırlanmaya başladım. Kendimi güzel, bakımlı bir halde görmek bana iyi gelirdi. Güzel sade bir elbise, siyah eyeliner, kırmızı rugan topuklu çizmeler. Yeterliydi.

Çocukla buluştuk. Oyun başlayana kadar biraz muhabbet ettik. Sıkıcı bir tipti. Kendini yüceltip duruyordu ve alttan alttan yavşaması çok sıkıcıydı. Oyun bittiğinde evine davet etti. Tek istediğim uzaklaşmasıydı. Arkadaşım hala gelmemişti. Ona birazdan beni buradan alacaklarını ve yanımda beklemesini istemediğimi söyledim. Bozuldu ve gitti. Arkadaşımı aradım nerede olduğunu sormak için. Açmadı. Sonra yine, sonra yine, sonra yine. Delirmek üzereydim. Gecenin köründe sokakta kalmıştım. Arkadaşım telefonunu açmıyordu. (Sonra öğrendim ki başka bir ilde yaşayan büyükannesi vefat etmiş ve apar topar oraya gitmişler, telefonu da evde kalmış... İşte bu derece şanslıyımdır.) Yurda dönemezdim. Teyzeme gittiğimi sanıyordu görevliler ve gecenin köründe "Selaaaam, ben geri geldim." dersem daha ilk haftalardan berbat bir izlenim olacaktı. Adamlar da saf değildi en nihayetinde.



Gidecek hiçbir yer düşünemiyordum. İlk senemdi. Arkadaşlarımın hepsi yurtta kalan öğrencilerdi. Evi olan, beni misafir edebilecek kimseyi aklıma getiremiyordum. En azından işlek bir yerde olmak adına Taksim'e geçtim. Yanımdan geçen tüm arabalar yavaşlayıp korna çalıyor, bir nevi taciz ediyordu. Ayaklarım şişmişti yüksek topuklar yüzünden. Fıttırmanın eşiğindeydim. Aklıma çok eski bir arkadaşımın bu sene İstanbul'a yerleştiği geldi. Anna, lise zamanlarından çok yakın arkadaşım, kan kardeşimdi. Ben üniversiteyi kazandığımdan beri hiç görüşmemiştik. İstanbuldaki evine hiç uğramamıştım bile. Ama beni ağırlardı, çok sevdiğini biliyordum. Saat gecenin onikisi olmuştu. Aradım. Uyumak üzereymiş. Sevgilisiyle küçük bir stüdyo dairede kalıyormuş ve sabahları erken işe gittiği için akşam erkenden uyuyormuş. Yolu tarif etti. Tünel tarafındaydı ev. Acele etmemi rica etti, gözleri kapanıyordu. Tarif ettiği sokağa doğru yürümeye başladım ama ayaklarım beni öldürüyordu. Bir kaplumbağa ile yarışa girsem, birinci olamayacağım barizdi. Yarım saatlik yolu belki bir saatte yürümem de beni o enfes finale ulaştırdı, Anna uykuyla verdiği savaşı kaybetmiş, sızmıştı.

İşte şimdi her şey harikaydı. Cebimdeki tüm para, beni bir hafta kadar yaşatacaktı ve o parayla bir bara girmek, bir otele gitmek sonum olurdu maddi açıdan. Gidecek yer opsiyonlarımı tüketmiştim. Sokakta kalmak ile tecavüze davetiye çıkarmak arasında çok bir fark yoktu. Kendimi bir mağazanın önüne attım. Ayaklarımı uzatıp oturdum yere. Bir sigara yaktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ağlamak en güzel seçenekti, kendimi tutmaya çalışarak birkaç sigara tükettim. 



- Merhaba. Oturmamda sakınca var mı?

Genç bir adam dikiliyordu kafamda. Sorduğu soru çok saçmaydı. Sokak benim değildi. İstediği yere oturabilirdi ve ciddi anlamda hiçbir şeyi umursamayacak haldeydim. Omuz silktim. Yanıma oturup bir sigara yaktı.



- Televizyon izler misin?
- Ahah, bu şekilde mi diyalog kurmaya çalışıyorsun. Cidden çok yaratıcı.
- Falanca dizinin senaryo ekibindeyim. Eğer izleyicimizsen fikrini almak için sormuştum...

Elindeki senaryo sayfalarını gösterdi. Ruh hastası gibi dizi senaryolarını eline alıp dolaşan bir adam değilse, doğru söylüyordu. Yanında bir de laptop çantası vardı. Giyimi normaldi. Zararlı bir tipe benzemiyordu.

- Hayır izlemiyorum.



Bir süre saçma sapan muhabbet kurma cabasıyla kendini paraladı. Finalde bazı şairlerden konu açtığında, muhabbete dahil olmaya başladığımı fark ettim. Boş bir adam değildi sanki, okuduğu belliydi. O şekilde, oturduğumuz yerde nereden baksan bir saat kadar muhabbet ettik. Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu ve en azından o yanımda otururken sokaktan geçen rahatsız edici tipler sözlü de olsa tacize kalkışamıyordu.




Saat ilerliyordu. Marv'la en son konuştuğumda Anna'ya gidiyordum. Arayıp ulaşıp ulaşmadığımı soracaktı. Yalan söylemek istemiyordum ama durumu anlatsam da işler iyice kötü olacaktı. Uykum vardı. Kıçım uyuşmaya başlamıştı. Hala ne bok yiyeceğimi bilmiyordum.


- Geç oldu. Gideceğin yere bırakmamı ister misin?
- Hayır sağol.
- Bu saatte tek başına yürümen sakıncalı olabilir, güzel bir kızsın ve canın sıkılsın istemem. 



Suratına baktım. Flört çabası can sıkıcıydı ama o giderse işler iyice zorlaşacaktı.


- Ne tarafa gideceksin?
- Hiçbir tarafa.
- Nasıl yani?
- Bu gece gidecek bir yerim yok.
- E ne yapmayı düşünüyorsun?

- Düşünmüyorum.
- Evim yakın. Bana gelmek ister misin?
- Niye tanımadığım bir adamın evine gideyim?

- Sokakta kalmak daha mı mantıklı?


Sustum. Bilmemkaçıncı sigaramı yaktım. Birkaç dakika hiç konuşmadan oturduk.


- Geleceğim. Ancak muhabbet ederken elini dostça omzuma bile koyarsan, kalkar giderim. 
- İçin rahat olsun. İstersen uyumaz sabaha kadar muhabbet ederiz. İstersen içeri geçer kapını çeker yatarsın. Sadece sokakta kalmanı istemiyorum.
- İyi. Gidelim.

Yaptığımın salakça olduğunu biliyordum. Salağın teki olduğum gerçeğini kabullenmeyi sonraya bırakacaktım. Boşaltmaya çalıştığım bir beyin ve şiş ayaklarımla yürümeye başladık. Yakın olduğunu iddia ettiği ev hiç de yakın sayılmazdı. Ayaklarımın kanadığından şüphe ederek devam ettim. Berbat bir sokağa geldik. Zemin katı pavyona benzeyen bir apartmanın önünde durduk. İçeride konsomatrisler ve ürkütücü adamlar vardı.

- Apartman burası. 



Birkaç kat yukarı çıktık. Ev berbattı. Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdim. İçeriden berbat bir müzik sesi geliyordu. Ev arkadaşlarının eğlendiğini söyledi. Kapıları kapalıydı. 


- Bir şey içer misin?
 -Hayır. 



Ufacık bir mutfak vardı ve içerdiği tek şey eski bir kettle idi. Salonda, yani yaşadığı odada bir tek kişilik yatak, bir deste iskambil kağıdı, bir tabure ve bir sehpadan başka bir şey yoktu. Kartları alıp yatağa oturdum. Kartlarla oynarken çayını alıp salona döndü.


- Ne yaptığını sanıyorsun sen?!!
- Anlamadım?

- Bu evdesin ve oturmuş kartlarla ilgileniyorsun! Benimle ilgileneceksin! 


Kartları önümden aldı sertçe. Şok olduğum halde bozmamaya çalıştım. Marv arayıp duruyordu. Telefonu meşgule atarken bir şok daha geldi.

- Bırak o telefonu! Bana saygısızlık etme! Benimle ilgilen!

Ruh hastasının önde gidenine çatmıştım. Enfes. Telefonu sessize aldım. Nereye gideceğini merak ediyordum. Birden yumuşadı. 



- Bak setten fotoğraflar göstereyim sana. 


Laptopu açıp fotoğrafları göstermeye başladı. BKM bünyesinde çalıştığını iddia ediyordu. Böyle bir evde yaşaması normal değildi. Deli olduğunu düşünüyordum. Ama sessizce fotoğraf göstermesi en azından biraz olsun daha güvenliydi bana odaklandığı anlara göre. Fotoğraflar bitince karşıma geçip diz çöktü.

- Bugüne dek gördüğüm en güzel kadınsın. Seni gördüğüm saniyeden beri aşığım sana. Her şeyi yaparım senin için, yalvarırım benimle ilgilendiğini söyle.

Deli kelimesi sanırım yeterli değildi.


- Saçmalıyorsun. Ayağa kalkar mısın lütfen?


Kalkmadı. Onun yerine oturduğu yerden bana bir aşk şiiri okumaya başladı. Gülmemeliydim. Bağırmamalıyıdım. Olabildiğince düz davranmalıydım. Şiiri bitince bir süre yüzüme baktı. Sonra yine celallendi.


- Beni neden umursamıyorsun! Sana aşkımı anlatıyorum ve umurunda bile değil. Lanet olsun sana! 


Bu yaklaşık bir saat boyunca devam etti. Bir süre köpek gibi yalvarıyor, aşkından söz ediyor, sonra bir süre bağırıp çağırıp deliriyordu. Mutfağa gittiği bir ara telefonu sütyenimin içine sakladım. Delirdiği bir ara alıp ulaşamayacağım bir yere koymasından korkuyordum. Dışarıyla iletişim kurabileceğim tek şey oydu gerektiğinde. Arkadaşlarının da ne bok olduğu belli değildi. Nasıl birileri böyle bir herifle ev arkadaşı olurdu ki? Çığlık atsam yardım etmek yerine onlar da katılabilirdi bu hasta olaya. Mutfaktan döndüğünde sessizce oturuyordum. Yine ilgi için yalvarmaya başladı. Cevap vermeyi çoktan bırakmıştım. 


- Lanet olsun sana. Bıktım. Uyuyacağım. 


Kalkıp tabureye geçtim.


- Ne yaptığını sanıyorsun?
- Uyuman için yatağı sana bırakıyorum.
- Ben uyurken orada oturacak mısın?
- Bak. Bana dilersem sabaha kadar oturacağımızı söyledin. Sen yatıyorsan ben tek başıma sabahı beklerim. Ki zaten uyumaya kalksam içeri geçip yatabileceğimi iddia ettiğin o oda zaten yalan olduğuna göre, bu imkansız. 

- Saçma sapan konuşma. Gel yanıma yat.
- Delirdin iyice herhalde? 

- Gel dedim!

Sabrım tükenmişti. Ayağa kalkıp ceketimi aldım. Fırladı kolumdan tuttu.



- Dokunma ulan!
- Bu saatte nereye gittiğini sanıyorsun sen? Tecavüze mi uğramak istiyorsun?
- Seninle aynı yatağı paylaşmaktan daha saçma bir fikir değil.

- Otur oturduğun yerde. Döner kıçını uyursun. Gün aydınlanana kadar bırakamam seni o tehlikeli sokaklara. Sabah o kadar istiyorsan siktirir gidersin.
- Ruh hastasının tekisin.
- Hayır, sadece sana aşığım.



Delirmenin eşiğindeydim. Dışarı çıkmaya bir daha kalkarsam kolumu sıkmaktan fazlasını yapabilirdi. Lanet edip yatağa girdim. Kendimi duvara yapıştırıp kalas gibi uzandım.


- Seni seviyorum.
- Sus ve uyu.
 

Kolunu belime atmaya kalktığı gibi ittirdim.


- Ne yaptığını sanıyorsun sen? Bir daha dokunmaya kalkarsan çok kötü olacak!
- Neden benimle sevişmiyorsun....
- Ya deli misin nesin? Ne dediğini kulağın duyuyor mu? Cidden sorunun ne senin ya!

Ağlayarak bağırmaya başladı.


- Ruhsal problemlerim var tamam mı! İyileşmek istiyorum! Doktorum beni sağlıklı kılacak şeyin heyecan olduğunu söyledi! Heyecan neyde vardır? Yeni insanlarda ve karşı cinsle olan yakınlıkta! Senle hem yeni tanıştık, hem karşı cinssin, hem de sana aşığım ve sen bana hayır diyorsun! Ölene kadar bunun mutsuzluğuyla yaşayacağım senin yüzünden lanet kadın! Umarım ölürsün. Bunu bana nasıl yaparsın! Nasıl!

Cevap vermeden yatmaya devam ettim. Bir süre ağladı. Sonra aşk şiirleri, sonra küfürler, sonra sızdı. 



Uyumuş olması enfesti. Telefona baktım. Havanın aydınlanmasına çok az kalmıştı. Bir süre o uyurken kımıldamadan bekleyip, sonrasında kaçacaktım. Deli gibi uykum vardı. Sızmaktan korkuyordum. Üstelik çok çişim gelmişti ve düşününce çok komik olsa da o an artık acı veriyordu. Uyanık kalma savaşımda yenilmedim. Ama orada geçen her saniye bir asır gibiydi.Sabah ezanını duydum. Kaçma vakti. Tek kişilik bir yataktaydık, duvara yapışıktım. Onu uyandırmadan kalkmam gerekiyordu. Solucanların ilerlemek için yaptığına benzer bir hareketle kaya kaya indim yataktan. Horlaması kesildiği an nefesim de kesildi. Birkaç saniye sonra horlamaya devam etti, uyanmamıştı. Ceketimi ve çantamı koluma geçirdim. Çizmelerimi giymekle kaybedecek zaman yoktu. Elime aldım. Tek korkum kapının kilitli olmasıydı. Sessizce kapıya ilerledim. Kilitli değildi. Çok şükür kilitli değildi. Kendimi nasıl dışarı attım, o merdivenleri nasıl koştum anlatamam. Apartman kapısından koşarak çıkarken bir taksi tarafından ezilmenin eşiğine geldim. Şöför hızla frene bastı. Birkaç saniye aptal gibi kaldık ikimiz de.


- Abla taksi lazım mı?

Daha mantıklı bir soru olamazdı. Taksiye atladım. Çizmelerimi giyerken şöförün muhabbetini dinliyormuş gibi yapmakla bile uğraşmadım. Yurda vardığımızda, cebimdeki tüm parayı şöföre uzatırken sinirden gülüyordum sadece. Odaya çıktım. Boştu. Üzerimi değiştirip aynadaki suratıma baktım dakikalarca. Yanaklarım sırılsıklam, gözlerim gözlerimde dikildim dakikalarca. Uyuyacak ve bir süre olsun gerçeklikten kaçacaktım. Tek istediğim buydu...





...


Victoria

7 yorum:

  1. eğer bu anlattıklarını gerçekten yaşadıysan sen pişmiş tavuk olmalısın :)

    YanıtlaSil
  2. Her gün kendime ben de söylüyorum bunu. Ayrıca bahtsız bedevi versiyonlarına da gayet uyuyor.

    YanıtlaSil
  3. çocuğun gerçektende deli olması bi bakıma şans bence
    Geçmiş olsun..

    YanıtlaSil
  4. nerde balatası sıyıran seni buluyor..sende onları:)) len otur yerine derslerine çalış..bide o iki kızın ta amına koyayım..sigarada uyuşturucu oldu ya..onlara gününü göstermesen seni okumam bidaha..

    YanıtlaSil
  5. Harbi ya bende halaa selin ve pelindeyim. İnsanlar boşa katil olmuyor :(

    YanıtlaSil