20 Mart 2012 Salı

27 - Waitin' for The Sun



Marv'ın tavrı çok netti. Hiçbir şekilde telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap vermiyordu. Her yerden silmişti beni. Eş dost aracılığıyla iletişim kurmaya çalışıyordum ama sonuç aynıydı hep. Net bir cevap. "O isimi anacaksanız, konuşmayalım."

Hiç ummadığım kadar canım yanıyordu. İnsan kaybetmeyeceğini sanıyor bazı şeyleri, elinden kayıp gidince ise ne yapacağını şaşırıyor. Üstelik suçlu olmak, ızdırabı ikiye, üçe, dörde katlıyor.

Günlerce yumuşamasını bekledim. Günlerce ağladım. Günlerce sustum. Günlerce dua ettim.

Ama hiçbir şey değişmedi.

vicy

4 Mart 2012 Pazar

26 - Can't Fool You




Yurda döndükten sonra Marv ile hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ettim. Earl ile aramda olan şeyden söz etmemiştim, o da her zamanki gibi muhabbetimize devam ediyordu. Son sınavları da atlatmıştım ve ailemin yanına dönmem gerekiyordu. Yurt defteri kapanıyordu, en azından buna seviniyordum. Tatil için Marv ile bir yerlere gider, yazın tadını çıkartır, okul dönemi geldiğinde de ailemi ikna edip bir ev tutarım diye düşünüyordum. Birkaç günüm eşya toparlamakla geçti. O küçücük odaya zarla zorla sığdırdığım o kadar çok şey vardı ki. Valizler doldu taştı. Karton kutular bulup tek tek doldurdum. İki cümle ile yazmak kolay, ama tek başıma şunlarla uğraşmak beni delirtiyordu. Sürekli stres altındaydım. En sonunda bütün eşyaları toparladım, biletimi aldım. Bir kısmını taksiyle kargo şubesine kadar taşıyıp direkt ailemin adresine postaladım. Geri kalanıyla da canım çıkarak otogara kadar gidip, otobüsüme yerleştim. En azından zor kısmı bitmişti. Gözlerimi kapatıp yolculuğu uyku ile geçirdim. Uyandığımda sonunda büyüdüğüm şehirdeydim.

İlk günler çok coşkulu geçti. Ailemle uzun süredir görüşememiştik ve evde olmak iyi hissettiriyordu. Birkaç gün internete girmedim, telefonu elime pek almadım. Marv da ailemle özleştiğimizi düşünebiliyor olsa gerek ki beni meşgul etmiyordu. Zaten bir ay sonra Zeytinli Rock Festivaline gidecektik beraber, oradan başka bir yerlere, yani kavuşmamız çok da uzak değildi.

Üç-dört gün sonra internete girdim. Marv da online idi. Muhabbete başladık. Ama biraz soğuk gibiydi, sanki söylemek istediği bir şeyler vardı ama söyleyemiyordu. Sonunda bir sorunu olup olmadığını sordum.

"Sadece evet ya da hayır diye cevap ver, beni Earl ile aldattın mı?"

Dondum kaldım. Bu diyalogu hiçbir zaman yaşamaycağımızı düşünüyordum ve yanılmıştım. Suratımı, kollarım, telaştan yanıyordu. Marv'a doğruyu söyleyecek cesaretim yoktu. Ama bir cevap bekliyordu, her şey berbat olmak üzereydi. O an küçük beynim bana verilebilecek en kötü tavsiyeyi verdi: İnkar et, üste çık!

Karşı koyamadım.

"Sen ne dediğinin farkında mısın ya? Beni nasıl bir şeyle suçladığına bir bak! Yazıklar olsun Marv, geçirdiğimiz onca aya yazıklar olsun!"

Cevap hızlı geldi.

"Ben cevabımı aldım Victoria."

Konuşmadan çıktı. Bilgisayarın başında öylece kalakaldım. Tenim kavruluyordu. Telaş geçmiyordu. Berbat hissediyordum. Birkaç mesaj attım, umurunda olmasa gerek ki cevap gelmedi. Yatağa geçtim. Uyku da beni yok sayıyordu, bir süre yattığım yerde döndüm dolandım. Olmadı. Uyanıp sabaha kadar en yakın kız arkadaşlarımla durumu tartıştık. Yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu.

Ya Marv beni affedecekti ya da onsuz yaşamaya başlama ihtimalim oldukça yüksekti. Bu ihtimali ilk defa düşünmüştüm çok uzun zamandır ve canım tahmin ettiğimden çok daha fazla yanmıştı.

Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı.






Victoria